11 Kasım 2009 Çarşamba

singing in the rain

dün pek güzeldi hava buralarda, pastırma yazı denen cinsten, haliyle ona göre giyindiydim ben de.. bi arkadaşta kaldım sonra akşam (pes 2010 pek güzel olmuş), gece bir ara yağmur yağmaya başlamış, sabah montsuz şemsiyesiz olarak çılgın yağmur altında işe gitmek zorunda kaldım, tabiri caizse donuma kadar ıslandım... bu yetmezmiş gibi işe geldikten 1 saat sonra sigara içmek için dışarı çıktığımda yağmur kesilmişti, bana mı garez?


günün sitesi: faces in places. şu yandaki fotoya da erişimimi sağlayan, ara ara tebessüm ettiren değişik bir blog türü, bu aralar çok görür oldum belli türde içeriği (fotoğraf olsun yazı olsun) toparlayan blogları, hoş..
günün şarkısı: yağmur yağdığından mütevellit the beta band - dry the rain, travis - why does it always rain on me ve billy myers - kiss the rain (hepsini önceden verdim galiba, kendimi tekrarlıyorum)
günün ürünü: condometric. her eve lazım
günün hizmeti: eş marketi. eve giderken marketten iki ekmek bir eş kapmak..

more to come...

31 Ekim 2009 Cumartesi

kültür sanat

bazen kötü filmlerin film müzikleri arasında çok güzel şarkılar çıkıyor, o zaman o filmi izleyerek vaktimi o kadar da boşa harcamadığımı düşünerek biraz daha iyi hissettiriyorum kendimi... az önce bitirdiğim Just Friends adlı 2005 yapımı, imdb linki bu olan filmden yola çıkarak böyle bir tez geliştirdim. filmi sadece başrolündeki ryan reynolds'a karşı two guys, a girl and a pizza place'teki berg rolünden duyduğum sempatiden dolayı izledim. aynı sebeple bundan daha keyifli bulduğum van vilder (2002)filmini de izlemiştim.



"You know, they say the greatest conversation you'll ever have is with a stranger?"




günün şarkısı: Fountains Of Wayne - Hackensack (fizy) yukarda bahsi geçen just friends'in film müziklerinden (soundtrack'in karşılığı bu mudur hakkaten? tam anlamı vermiyo bana gibi)

günün filmi: london (2005) bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine uzunca bir süre önce indirdiğim ve dün tesadüfen denk gelerek "e hadi bi izleyek" diyerek izlediğim ve nedense tadına doyamadığım film. içinde jessica biehl ve jason statham'ı barındırmasıyla kişiliğimdeki bilimum sapıklığı tatmin etmenin yanı sıra kurgusu ve hikayecikleriyle beni mutlu etmeyi başarmıştır. aşırı dozdaki uyuşturucu tüketimi de ilgimi çekmiş olabilir...



dipnot:
oha jessica biehl benden küçükmüş!
düne kadar resim koymazken şimdi altına replik falan ekliyor oldum
ne boş bi yazı..

30 Ekim 2009 Cuma

back, i am


çok uzun süre arşivimde bulunan, ama hiç dinlemediğim, o şansı hiç vermediğim, fakat bir gün "bu neydi ya?!" diyip dinlediğimde beynimden vurulmuşa döndüğüm, "oha nasıl atlamışım bunu!!" diye hayran kaldığım şarkılar olur (sizde oluyor mu bilemiyorum, bende oluyor en azından), yine öyle bir olay yaşadım, skin ile maxim'in birlikte seslendirdiği carmen queasy adlı çalışmaya sardım feci şekilde...

bir süredir yazmıyordum, o aralar en çok karşılaştığım soru "gittin mi starbucks'a içtin mi kahveni" şeklinde oldu, daha önce yazdığım şu yazıya canan hanım tarafından yazılmış olan bu yoruma ithafen. teşekkür ediyorum fakat kabul edemiyorum, ama başka bir marka hakkında tekrar yazı yazsam benzer bir faydası olur mu acaba diye düşünüyorum (bir pizza markası falan mesela)

uzunca bir yazı yazamıyorum, sıkılıyorum bir noktadan sonra, saçmalıyorum, toparlayamıyorum falan... okurken de böyleydi, sınavlarda alt sınır neyse o kadar yazardım, milletin düz sorulara yazdığı cevabın uzunluğu benim kompozisyonlarımdan uzun olurdu falan... o yüzden böyle paragraf paragraf yazıyorum, ama bu durumda da tek paragraf için yazı yayınlamak istemiyorum, birikmesini beklerken önceden yazdığım güncelliğini yitiriyor kısır bir döngünün içinde buluveriyorum kendimi. twitter gibi teknolojiler var "micro-blogging" felsefesiyle yola çıkmış, onu mu kullansam diyorum ama o da çok micro, yüzkırk karakter sınırlı, tek cümlelik şeyler, bana daha arada bir şey lazım, beşyüz karakter sınırlı milli veya centi blogging gibi.. neyse

böyle bütün arkadaşlarına tanıdıklarına eşine dostuna bir e-posta ileten (ya da sıfırdan gönderen, farketmez), bunu yaparken hepsini bcc (gizli karbon kopya? bilemedim türkçesini) olarak işaretleyenlere pek sıcak bakmıyorum, inceden inceden kıl oluyorum, "atma bana meyl muyl arkadaşım!" demek, "e-mail var kötü meyl var" gibi geyikler yaparak hayata küstürmek istiyorum bazen... sevmiyorum! ha tabi orada cc altında tanımadığım üçyüz kişinin olmasını, sonra onların reply-to-all diyerek aralarında geyik yapmalarını ve buna maruz kalmayı da istemiyorum. var bir dengesizliğim... ya da sadece bana atılsın, özel hissedeyim istiyorum, o da olabilir tabi, bilemedim.

ingilizce kullanıyorum windows'u internet'i, türkçelerine çok hakim değilim terimlerin..

çok devrik cümle kuruyorum, kendimi kaybediyorum bazen kendi yazdığım cümlelerde..

bi görsel ekleyeyim dedim, evime de almayı planladığım şu güzide posteri paylaşmak istedim, çok sevdim...

günün şarkısı: maxim feat. skin - carmen queasy (fizy) açıklaması yukarlarda bi yerde

12 Temmuz 2009 Pazar

öbdüm!

en azından bir dönem sıklıkla aynı arkadaş ortamında bulunmuş, ama o ortam dışında ayrıca hiç görüşmemiş olan insanların uzun zamandır görüşmedikten sonra bir yerde denk geldiklerinde birbirlerine "tamam canım/abi/birader en kısa zamanda görüşelim! yarın müsait misin hatta bak?" demelerini garipsesem de sıklıkla uyguladığımı farkettim. az önce öyle bir arkadaşıma yaptım, gerçekten buluşursak neden bahsedebiliriz bilmiyorum açıkçası...

20 Haziran 2009 Cumartesi

ritüel mitüel

(kaldığımız yerden)

cumartesi günleri tam bir ritüel günü benim için, özellikle de ilk yarısı... bir kere sabah dokuzbuçuk-on gibi kalkarım, önceki akşam genellikle çılgın atıldığından günüme alka seltzer ile başlarım (konuyla ilgili kirpikin yazdığı şu yazıya yönlendirmek istiyorum), önceki akşam eve geldiğimde başladığım ve yarım bıraktığım bir dizi bölümü vardır kesin, o bölümü bitiririm. sonra bir evden çıkarım, takarım mepeüççalarımı, en sertinden metalinden bir parça açarım (şu aralar finli metal tanrıları stratovarius aşkım yüceldi yine) başlarım yürümeye. murat muhallebicisinden iki ev poğaçası, onun yanına starbucks'tan günün kahvesi, en büyüğünden, yarım litre falan... işte kahvaltı!! ritüel bu kadar, yeterli kanımca...

farkettim ki türk kası olarak da bilinen, benim yumuşak kas demeyi tercih ettiğim, açık sözlü olmak gerekirse "göt göbek" miktarım kontrolsüz olarak artmış son dönemde, sakalımı kesince ortaya çıkan gıdım ve olmamaya başlayan gömleklerim en önemli ipuçlarım oldu... velhasıl, yediğime içtiğime dikkat etmeye karar verdim. salata falan yiyorum, yanımdaki kız kişi kaşarlı dürüm döner yerken ben kepek ekmeğine beyaz peynirli tost falan söylüyorum, kız üçte birim kadar olduğundan garsonların garip bakışlarına maruz kalıyorum. çay ve kahveyi şekersiz içiyorum, içmeye çalışıyorum, arkadaşım şekersiz çay nasıl bişey ya?! ben alışmışım üç şekerli içmeye, içindeki çay pek belirgin olmuyormuş.. diyorlar ki "bir alıştın mı bırakamazsın" peki ben alışmak istemiyorsam? sakarin falan da istemiyorum, ben kimyasal'a karşıyım! bakalım nereye kadar gidecek bu böyle...

tanıştığı her kadında bir kadını aramak ne boktan, kötü bir olaymış! bulamayınca bir hayal kırıklığı falan...

cumartesi sabahı dokuzda inşaat işleri yapan alt komşumuzu da huzurlarınızda kınamak istiyorum, kınıyorum!

günün şarkısı: stratovarius - infinity (fizy) bu sabahın şarkısı işte... bkz: yukarlarda

14 Mayıs 2009 Perşembe

ne varsa

bazı müzik türlerinde yeni eserler asla gerçekçi gelmiyor bana nedense... çok havada kaldı bu cümle, efem şöyle ki, ikibinli yıllarda yazılmış bir türk sanat müziği eseri ne kadar olabilir, bir caz eseri ne kadar eser olabilir... bilemiyorum, belki bana öyle geliyordur, ama bazı müzik türlerinde ne varsa eskilerde var arkadaşım!

29 Nisan 2009 Çarşamba

oh it's what you do to me...

günün şarkısı: plain white t's - hey there delilah (fizy) bir arkadaşımın facebook iletisinde gördüm ilk, dinledim, uzun zamandır yeni bir şeyler bulamıyorum müzikal olarak dişe dokunur derken ilaç gibi geldi... oh it's what you do to me...

evet sırf bunun için yazdım bu yazıyı da!

23 Nisan 2009 Perşembe

bayram

insanlar yanlış anlaşılmaktan değil, istemeyeceği sonuçlar doğuracak şekilde anlaşılmaktan kaçınır gibime geliyor sanki... geçen tuvalette geldi aklıma (bu da türk olduğumun kanıtı değil midir?)

özel günlerle doğum günleri çakışanları kelime oyunlarıyla bezenmiş şekilde kutlamaya çalışırım hep, 29 ekim cumhuriyet ve zeynep bayramı gibi. facebook'ta bir özel güne denk gelen aynı gün doğmuşsa, ikisine de üstteki uyarlamayı yapmak göze batar mı? dikkat çeker mi? evet'se sonuçları nasıl olur? 19 mayıs gençlik ve veli bayramın kutlu olsun, 19 mayıs deniz ve spor bayramı kutlu olsun??

günün videosu / klibi / şarkısı:


eskiden internetten bulur indirir arşivlerdik klip falan, şimdi bir aramaya bakıyor sadece... bu da vardı arşivimde, basit günlerdi.

işte öyle bir şey

normalde insanın hayalini falan kurmadığı, hatta aklına mümkün değil gelmeyecek olan şeyler, özellikle yaşandığı anda "hep hayalini kurduğum şeymiş buu!!" hissiyatı yaratır ya, çok severim o hissiyatı.

bugün sabah kendimi starbucks'ta kahvesini içerken newsweek okuyan adam konumunda buldum, "hep hayalini kurduğum şeymiş buu!!" diye bağırmak istedim, niye bilmiyorum... komik!

işte o "hep hayalini kurduğum şeymiş buu!!" dedirtici starbucks'ta kahvesini içerken newsweek okuyan adam pozisyonundayken bir haberle karşılaştım tarihte newsweek köşesinde: Entellektüelerin uyuşturucusu: LSD (sanki bir yazım hatası var burda, 'l' eksik gibi, neyse). derginin 1966'taki bi sayısının kapak konusuymuş. (bindokuzyüzaltmışaltı yazamayacağıma kanaat getirdim) haberin içinde geçen şu cümlemsiyi alıntılamak isterim;
"... (oysa uzmanlar, marihuana'nın "en sık görülen yan etkisinin hamilelik olduğunu" belirtiyordu)..."
şu cümlecik için anlattım tüm bunları...

21 Nisan 2009 Salı

oedipus

bazen günümü anlatabileceğim birisi olsun istiyorum hayatımda... anca annem oluyor o tabi şu aralar.

18 Nisan 2009 Cumartesi

heal!

"daha önce kesin bahsetmişimdir" diye düşündüm ama bahsetmemişim kırkaltı adlı güzide müzik grubundan. çok severim kendilerini, isimlerinin yaptığı çağrışım doğrultusunda rahatsızlar gibi biraz... fazla uzatmadan, önceden de çok sevdiğim, ama klibiyle hiç düşünmediğim anlamlar yüklenmiş güz bulutları adlı şarkının klibi:




malesef youtube

kısacık

haftaiçi her gün geç uyanmaya meyilli bir bünye bir cumartesi sabahı neden altıbuçukta uyanır, sorarım!

artık daha kısa ve daha sık yazıcam sanırım, en azından bir süre daha eğlenceli ve sürekli geldi, bakalım...

günün şarkısı: iced earth - i died for you (fizy) pek yeni değil ama geçenlerde denk geldim arşivimde, pek zevk aldım...

16 Nisan 2009 Perşembe

sabah sabah

ev arkadaşlarımdan biri sağolsun beni facebok'ta bir sayfaya hayran olmaya davet etmiş. (page, fan ve invite kelimelerini kullanacaktım da türkçe olsun dedim) sayfa morning sex, yani sabah seksi!! tam karşı odamda kalan adamın bana bunu yollamasının altında arayabileceğim milyon sebep geçti aklımdan, ancak buraya yazabildim işte... noluyo lan?!

yeni iş falan

bir yazı yazmaya başlamışım bundan iki hafta kadar önce, başlığını "dün bir bugün iki" diye koymuşum. bir kaç satır yazmışım, "onüç saatlik kısa süreli işsizliğim sonunda yeniden istihdam edildim, çok şenim, pek şenim, heleloy!" şeklinde. tabi sonra yarım bıraktım, ne o öyle işyerinde blog yazmak falan, sonra başlık uymadı, sonra vaktim olmadı, sonra internetim olmadı falan derken, geldik yine bugüne.

yeni işe başladım, şen ve mesudum, henüz çömezlikten kurtulamadım, gün geçmiyor ki yeni bir şeyler öğrenmeyeyim! iş saatlerimde bir kayma oldu, buna bağlı olarak sabah kalkma saatimi bir hayli öne almak zorunda kaldım, çok zorlanıyorum bazı sabahlar, tek kötü yan bu şimdilik, o da geçecektir diye tahmin ediyorum zamanla bünye alıştıkça falan.

yeni işyerimde bir arkadaşım var, garip bir adam, günde üç-beş litre su içiyor, ne zaman görsem elinde birbuçukluk su şişesi, bir acaip. ben de onun etkisinde kaldım, sıvı tüketimim arttı, çay kahve su bira derken sürekli bir tuvalete taşınma haline büründüm. uzun yol da yapmazdım eskiden, ev-iş arası yürüme mesafesiydi, ama artık öyle değil. alışkın değilim, "çıkmadan bir tuvalete selam çakayım, yolda sıkışıp zor duruma düşmeyeyim" gibi bir düşünce işlememiş biyolojime, işlediyse de zamanla silinmiş kullanılmaya kullanılmaya. her gün absürt yerlerde ığkh mığghk diye kıvranır oldum, hayat zor... (şimdi yazarken farkettim ki çok saçma bir hikayeymiş bu, niye paylaşıyorum ki, ama yazdım artık) çişteki mucize diye bi kitap vardı, ben de okumuştum zamanında, ilginç.

şimdilik bu kadar.

31 Mart 2009 Salı

sonny



searching for sonny tamamı dijital bir fotoğraf makinası ile (canon 5d mark II) çekilen, senaristliğini ve yönetmenliğini andrew disney'in yaptığı, eğer hedeflendiği gibi gösterime girebilirse türünün ilk örneği bir film. bir handycam vesilesiyle çekilen ve benzerlerinin izlediği the blair witch project gibi bir çığır açabilir, olay yaratabilir mi, göreceğiz... film çekme maliyetleri azalıyor böylece, yakında herkes kendi filmini çeker olacak gibi bir his var içimde.

30 Mart 2009 Pazartesi

nirvana'dan yazıyorum


Pink Floyd - Comfortably Numb



müthiş bir şey... çok eski de olsa, paylaşmadan duramadım!

25 Mart 2009 Çarşamba

may the force be with you!


star wars sever bir kişilik olduğum herkesçe bilinir (bilmiyorsanız öğrenin!), bugün bir yerlerde okudum ki tie fighter görünümlü webcam yapmışlar, hemen baktım ama çok kalitesiz görünüyor, bir de yüz dolarlık fiyat biraz (!) fahiş gibime geldi, çin işi japon işi bu şeye o kadar para vereceğime gider düzgün bir ışın kılıcı alırım bre! onların fiyatı da bu düzeyde az çok takip edebildiğim kadarıyla...

uygun ortam ve insanları bulabilsem de sinema haftasonları yapabilsem... tabi ilk olarak star wars günleri gelir, en son force ile bin türlü cinlik denenir gerçekten olacağı düşünülerek! kısmetse sonbahar kış gibi artık.

ikea araba yapıyormuş, artık yassı kutuda gelir de evde ingiliz anahtarıyla mı birleştiririz orasını bilemiyorum da... çok eğlenceli bir haber olarak geldi. tabi kesin bir nisan şakasıdır, zaten ikea böyle bir şeyi neden fransızca bir site üzerinden açıklasın ki... hakkında yazılan çizilenler de hep bu yönde zaten.

son teknoloji haberimiz de 1080p çözünürlükte video çekebilen (bildiğiniz full hd efem bu) canon marka, t1i model dslr olsun. yuh ulan!

sahip olduğum diğer bloglara çılgınlar gibi spam yağıyor şu aralar, her seferinde e-posta geliyor, her seferinde bir heyecanlanıyorum "amaney biri bişey yazdı aheyahey!" diye, içimde kalıyor sonra. açığ bakıyorum ne viagrası kalmış ne üniversite diploması.. ayıp, mazlum bir çocuğun duygularıyla bu kadar oynanmaz, oynanmamalı! (yorum yazın diye demiyorum, valla)

bi video log olayına girmek istiyorum (vlog kısacası sanırsam), gerekli ekipmanı yazılımı ortamı yaratırsam şayet kısa zaman zarfında. çok eğlenceli geliyor fikri dahi, tabi tüm yatırımı yapıp sonra kameranın karşısında ışık görmüş tavşan gibi kalakalmam da olasılık dahilinde. belgesel çekerim o zaman da artık ne yapalım... açılın, yeni ercik geliyor!

bugün internet gezginliği vasfımı yerine getirirken tesadüfen bulduğum bir şarkıyı paylaşmak istiyorum, kolerera kod adlı repçi kızımızın sen nasıl bir insansın adlı parçası, kesin dinlenmeli, sözlere özen gösterilmeli.

bu arada last.fm kullananlara kötü bir haber, ingiltere, abd ve kanada dışındaki tüm ülkelerden müzik dinleme imkanından faydalanmak için aylık dört dolarlık bir üyelik gerekecekmiş yakın zamandan itibaren. diğer özellikler bedava olarak devam edecekmiş yine, yani "vay bu hafta 186 rolling stones şarkısı dinlemişim, kopmuşum" diyebileceğiz yine de... zaten türkiye'nin internet bağlantısıyla zaman zaman kanser edici olabiliyordu radyosu, çok eksikliğini hissedeceğimi sanmıyorum kısa vadede, sonradan da "parası neyse veririz arkadaşım!"

çok link veriyorum gerçekten de, ellinci yazıya ulaştığımda bütün linklerimi istatistiki olarak değerlendirmeyi düşünüyorum, bedavadan yazı olur işte, fena mı?

günün şarkısı: led zeppelin - kashmir (fizy) malesef daha kaliteli bir kaydını bulamadım fizy aracılığıyla, bulursanız söyleyin değiştireyim, bulamazsanız benden mepeüçünü isteyebilirsiniz severseniz.

23 Mart 2009 Pazartesi

emayti farkı


daha da bir şey diyemiyorum..

21 Mart 2009 Cumartesi

kırmızı ışıkta geçmeyin!

dün bir mesaj aldım emniyet genel müdürlüğünden (egm'nin o anlama geldiğini varsayıyorum), sizi arayarak kendilerini kamu görevlisi olarak tanıtan ve çeşitli bahanelerle kontör göndermenizi isteyen kişilere itibar etmeyiniz şeklinde, takdir ediyorum, "kırmızı ışıkta geçmeyin", "sigara sağlığa zararlıdır" diye de mesaj atsınlar! mı desem ne saçmalıyorsunuz, müstahak öyle sazanlara, yapana helal olsun, hem siz numaramı nereden buldunuz?! mu desem bilemedim...

o kadar çok yasak var ki ülkemizde, hele teknoloji, internet konularında, en alelade, bilgisayar bilgisi msn ve word'den (word zor gerçi) öteye geç(e)meyen insanlar dahi bilgisayar dahisi olmak yolunda emin adımlarla ilerliyor. youtube yasak mı, hosts dosyasıyla oynaşalım hallolur, diziport mu kapanmış, dur dns ayarlarına bir cila atalım... yetişkin içerikli siteler için atılan taklalar konusuna hiç girmeyeyim! yazıktır günahtır! bilemiyorum gerçi, başbakanımız dahi bu yollara başvuruyormuş, belki toplumsal teknolojik bilgi seviyemizi yükseltme hedefi güdülmektedir, vardır devlet büyüklerimizin (!) bir bildiği elbet... (bunları yazdım diye blogger kapanırsa şaşmam artık)

devekuşu kabare'nin yasaklar oyunu geldi aklıma, bir yerden bulsam edinsem de izlesem, hatta komple seti şahane gider gibime geldi...

metin akpınar geldi oradan da aklıma, aklın sınırı yok tabi, geçen haftasonu aile saadeti içerisinde televizyon izlerken bir programa konuk olarak katılmıştı. çok seviyor, acaip takdir ediyorum metin akpınar'ı (metinakpinar.com adresini kendi kişisel sitesi, hayatı, sanatı gibi konulara ayırsaymış keşke, an itibariyle şirketi olan metin akpınar aydolap'ın sayfasına gidiyor, sevmedim). sanat yaşamında el attığı her şeyde başarılı olduğunu düşünüyorum, ne yazık artık ki tüm enerjisini sanata ayıramıyor, kendi deyimiyle darülaceze'de ölmemek için iş hayatına atılmış, dolap molap satmak peşine düşmüş. sanata ve sanatçıya desteğimiz, sanatçının kazancı konularında çok acıklı ve açıklayıcı bir durum.

emektar gruplarımızdan duman yeni bir albüm sunmuş piyasaya bu arada, bir şekilde edindim, biraz dinleme fırsatı buldum. biraz diyorum çünkü duman I ve duman II olarak iki ayrı albüm, toplam yirmi şarkı, öyle kırk tekrar dinleyecek kadar vaktim olamadı malesef... senden daha güzel ve dibine kadar şimdilik favori şarkılarım, zaman ne gösterir bilemiyorum. bazı şarkılar ilk seksen dinlemede dikkatinizi çekmez ama seksenbirincide dikkatinizi çeker ya bazen, o açıdan...

eskiden beri sıkı bir metallica dinleyicisiydim, ancak geçtiğimiz yaz ali sami yen'de gerçekleşen orgazmik konser (ölümcül de olabilirdi, neyse) sonrasında biraz azaltmıştım, daha az metal, daha çok rock şeklinde bir seyir çiziyordum. geçenlerde arşivimi kurcalarken bir gaz aldı beni yine, eski formumu yakaladım. gerçi yeni albümleri hala pek sevmiyorum, son çıkan abi eskisi gibiler yine şeklinde pazarlanan albüm dahil...

türkiye'de çok geniş bir kitle tarafından kullanılmasa da gelişen web dünyasının süper yıldızlarından bir tanesidir twitter, muhtemelen bunun sebebi internet dünyasına asıl yön verenlerin çok çok büyük bir kısmının abd vatandaşı olması, abd'de de twitter bilgilendirmelerinin cep telefonundan kısa mesaj ile ücretsiz olarak yazılabilinmesi / alınabilmesidir diye tahmin yürütüyorum. ha nedir twitter derseniz, micro-blogging adıyla anılan, 140 karakter sınırıyla (kısa mesajlara uysun diye) ne yaptığınızı, beğendiklerinizi vb. paylaşabileceğiniz bir site. üzerine kurulmuş onlarca uygulamayla tabi olay basit "diskoda nuri alçoyu gördüm haha" demekten öteye geçmiş durumda. neyse onlar ayrı konu, asıl bağlanmak istediğim yer (veya kişi) iJustine. ijustine twitter'da en çok takip edilen kişiler arasında, ki bu listede barrack obama, britney spears, coldplay, google vs. varken iddialı bir durumdur kanımca. kendisi bir apple manyağı, vlog olayına kendini fena kaptırmış, aşık olduğum insandır. güzeldir, şekerdir, komiktir, süperdir gözümde... çatıma i love you ijustine yazıp google earth koordinatlarımı (normal koordinatlar da aynı ya neyse) göndermek istiyorum, o derece! youtube'da izlerken reklamlarda "ateşli rus kızları burada" diye bir şey çıkması ise.. yorumsuz.

cornflake girl gibi buralara resim yaymak istiyorum ama nereden başlasam nasıl yapsam bilmiyorum. bu yazıya ijustine resmi mi koycam, metin akpınar mı, twitter mı, duman mı, egm mi... kafam karıştı, bir sonrakine artık!

günün videosu / şarkısı: twitter'dan bahsetmişken "the twitter song" gerekir (oyuncularından biri ijustine tabi o yüzden)

19 Mart 2009 Perşembe

neferge ne ola ki?

bazı arkadaşlarım var, böyle altı ayda bir, yılda bir görüşüyorum, görüştüğümüzde süpper arkadaşız, can ciğer kuzu sarmasıyız, dedikodular uçuşur, her konu konuşulur, ama sonraki altı ay boyunca yine ses seda çıkmaz, görüşmeyi geçtim bir msnde görünülmez, telefonda konuşulmaz, salak facebokta bir poke olayına dahi girilmez... oysa aynı şehirde oturuluyordur, evlerin önünden geçiliyordur. hangisi yapmacık, hangisi gerçek çözemedim, samimiyet mi kopukluk mu. gavur diyarlarda yaşayan insanlarla daha sık görüşüyorum, daha çok biliyorum, anlamıyorum. bir de sonra "ya hiç aramıyorsun, görüşmüyoruz, ikvikbik" dediğimde de trip ustası olarak çıkıyor adım, da neresinden baksam hak veriyorum kendime, haklıyım, haklı bir insanım ben!

her akşam ne yicem diye düşünmekten de sıkıldım ya!

that's all folks...

günün şarkısı: mylo - sweet child o' mine (fizy) guns'n roses şarkısının hoş bir yeniden seslendirmesi, salla çalkala cinsinden. (dünkü şarkıya ne kadar uzak anlatamam)
günün sitesi: neferge tasarım blogu (link) ekonomik tasarımcı bir arkadaşın blogu, ya linkini verecektim ya da içeriğini çalacaktım, ilkini tercih ettim.
günün videosu: neferge'den yine de bir şeyler çarptım, zaten eski yazılarından birinden, kızmaz sanırım. (el sallıyorum kendisine)

tony dede



evrim o kadar güncel bir tartışmayken bunu da paylaşayım dedim. gönderen pek muhterem isveçli arkadaşıma saygılarımla.

18 Mart 2009 Çarşamba

u23d5köfte

her ne kadar spam sınıfında gelmiş bir e-posta aracılığıyla olmuş olsa da, memnun oldum ahşap çerçeve kukla tiyatrosu ile tanıştığıma. kukla tiyatrosuna gitmeyi hep istemişim, için için, farkında olmadan. gerçi halen gidemedim, ama gideceğimdir! hatta bir de atölye çalışmasıyla bir kendi kuklanı kendin yap olayına girmişler, onu kesin yapmak istiyorum, sonradan ne işime yarayacak, o kukla tozdan boğulacak mı, çocuklarım mı oynayacak, birilerine hediye mi ederim bilmiyorum ama, yapacağım!

çok fazla konuşan bir insan değilim, o yüzden konuştuğum o asgari sürede azami verim elde etmek adına, bazen kendi yarattığım, bazen alıntıladığım özlü sözler ile süslerim konuşmalarımı, bilen bilir. sonra orda burda, kişisel iletilerde özel mesajlarda falan karşıma çıkınca, ve benden kapıldığını biliyorsam, bir keyifleniyorum ki sorma, sigara yakıyorum üstüne hatta, o derece...

geçenlerde favori dizilerimden entourage'ın bölümlerini tekrar baştan izlerken (hakkat çok severim, hollywood, sinema, seks, uyuşturucu, skandal, entrika... ne ararsan var işte) bir bölümünde ekibin u2 konserine gitmesi ile acaip bir heveslendim bir u2 konserine gitmeye, çok çılgınlar gibi gece gündüz u2 dinlemesem de çeşitli fırsatlarda izlediğim konser dvdlerinin etkisinde kaldım, olağanüstü bir performans gösterdiklerinden adım gibi eminim neredeyse. tabi ne yapacaksam romantizm doruklarında milletin ortasında... neyse! öyle bir heveslendim, msn iletimi dahi konuyla alakalı bir mesaj ile değiştirdim, bir kaç saat sonra gnctrkcll'den gelen mesaja dibim düştü tabi. "hey gnctrkcll'li, u2'nun konserini 3 boyutlu izlemek istiyorsan ikvikbik.." çok gidesim var u23d şeysine (ismi de komik biraz), birisini kafalayabilirsem şayet, olmadı tek başıma iki bilet alaraktan (bir bilet alana bir bilet bedavaymışmış). öyle yani...

günün şarkısı: helloween - if i could fly (fizy) biraz ağır oldu tabi genel gidişata göre, ama olsun, helloween candır.
günün sitesi: hayhuy - işi bıraktım soru cevapladım tüm gün nerdeyse.. sadeliğiyle, kullanım kolaylığıyla, renkleriyle, hatlarıyla, gayrı ciddi duruşuyla.. ilk bakışta çok sevdim, ilerleyen günlerde bayar mıyım bilemiyorum. etkilendim, takdir ettim! biri beni durdursun..!

17 Mart 2009 Salı

hug a nerd!

öyle dolanırken rastladığım bu şarkı ve klipte kendimi bulduğumdan paylaşmak istedim.

hayırlısı cümlemize!

sabah uyandıktan sonra kurduğum saatin (ki bu genelde cep telefonu oluyor günümüzde) özelliğini kullanarak bir nevi saate "ya beş dakka daha yaaa lütfeeen!!" demeyi çok seviyorum, o aradaki beş-on dakikalık üç-beş ekstra uyku seansından çok keyif alıyor, en çılgın rüyalarımı genelde o aralıkta görüyorum. bugünkü seanslarımdan birinde how i met your mother ekibiyle takılıyordum, kankalarımdı yani... hatta bir noktada evde kaldım eyvah tribindeki robin'e "ben evlenirim senle yau, merak etme.." tadında sadakavari bir öneride bulunuyordum, bir tarafım baya açıkta kalmış anlaşılan. bir diğer seansımda ise yerime çalışmak üzere (bunu aşağıda biraz daha açarım) bir mülakat yapıyordum, işe başvuran kişi de özellikle ekşi sözlükçülerin iyi tanıdığı, benim de kişisel tanışıklığım olan ama samimiyetim olmayan, adını burada verip de bulaşmayı yeğlemediğim, hiperaktif bir vatandaştı. pozisyona pek uygun birisi de değil, ruya işte...
bu arada şöyle bir noktaya takıldım bu alarmı erteleme meselesiyle ilgili olarak: nokia'lar on dakika ertelerken, ericsson'lar neden dokuz dakika erteliyor? finlandiya'lılar daha mı tembel, ya da isveç'liler farklı bir saat sistemi mi kullanıyordu eskiden..? bir de komşu ülkeler yani, biz yunanlarla baklavayı paylaşamazken! (diğer telefonlarla ilgili bir bilgim yok, son dönemde kullandığım iki markadan örnekleme yaptım bu sebeple)

malum ekonomik kriz sebebiyle bilimum çeşit işsizlik sigortası türemiş, çılgın talep varmış. kredi kartı ödeyeni, kredi ödeyeni, hatta maaş vereni bile varmış. yüzbinler düzeyinde talep varmış, son altı-sekiz ay içinde geldiğini düşünürsek bu talebin azımsanmayacak bir miktar, millet korkuyor gerçekten de demek ki... tüm bu kargaşa içerisinde ben de iş değiştiriyorum, biraz korkuyorum, hayırlısı cümlemize! (son dönem favori sözüm)
("güncel konularla ilgili de yaz" diyenlere özel)

geçtiğimiz haftasonunu baba ocağında, ana kucağında geçirdim bu arada. çok değişik bir serüvendi, yanımda hemen hemen hiç bir şey götürmedim, annemin özellikle aldırttığı ancak bir türlü gidemediğimden teslim edemediğim, her aradığında "bak unutma" diye hatırlattığı, götürmesem eve almaması olası olan saatli maarif takvimi dışında. bilgisayar internet gibi kavramlara da uzak, sadece yemek, içmek, yatmak, kalkmak ve televizyon izlemekten ibaret iki gün geçirdim, rahatladım, doydum, dinlendim, şenlendim, şenlendirdim.
televizyon izleme sürecimde güzel bir iki televizyon programı izleme fırsatım da oldu, ki bunların başında kanal 1'de yayınlanan kelime oyunu adlı yarışma geliyor. türkiye'de yarışma adı altında yayınlanan şovumsular genelde cıvık, vıcık vıcık, salakça, gereksiz, aptallaştıran türdeyken bu gerçekten de bilgilendiren, bilgi gerektiren, ev içinde dahi ufak bir yarışma ortamı yaratan güzel bir program olmuş. ihtiyacımız var böyle şeylere, benzer bir tadı, hazzı yakaladığım bir bir kelime bir işlem (evet bu programı severek izleyen birileri de var), bir kim beşyüz milyar ister?, bir de riziko olmuştur. maalesef bu tarz faydalı, kaliteli yarışmalar hakettiği yeri alamıyor, adam gibi ödül veremiyor, ilgi çekemiyor, yüzeysel milletimizin gözünde "amaaan sıkıcı be bu, hatun da yok hem!" yorumlarına sebep olmakta. her programda yüzbinler veren var mısın yok musun? rezaleti, malum bir kişinin rezil ettiği çarkıfelek konsepti varken bir tarafta, bu programlar ancak ufak ödüller (birkaç yüz lira, bilemedin birkaç bin lira) ya da çok uzun sürede büyük ödüller verebilmekte (kelime oyunu beş haftada bir araba veriyor, yüzyirmibeş yarışmacı anlamına geliyor bu, ayaküstü bir hesapla). üzülüyorum gerçekten. bir de klasik olarak bu tarz programların hepsinde "oğlum seni gönderelim buna ya, siler süpürürsün!" gazı veren anne baba, akraba, dost çevre ve saire, bir de evde izlerken tüm cevapları verip "yau ben buna katılsam var yeaa, dağıtırım hulen!" şeklindeki ego ototatminleri eşsizdir.

birkaç konu daha var aklımda, (bu arada "birkaç""bir kaç" mı? emin olamadım) uzun zamandır yazmıyordum tek yazı yazıp köşeme çekilmeyeyim, arkası yarın diyelim...

günün şarkısı: john lennon - working class hero (fizy)
günün video olayı: youtube'dan "ercik" diye aratın, kendinizi kaybedin... hatta durun, bir örnek paylaşayım şuradan.


sevgili fenerbahçeli arkadaşlarıma gitsin bu video

deli diyorlar bana...


bir selçuk erdem çalışması

12 Mart 2009 Perşembe

mother of all funk chords

facebook'a döndüm biliyorsanız şayet (bilmeyebilirsiniz, bıraktığımı dahi bilmeyebilirsiniz, insanlık hali, bilmemek değil öğrenmemek ayıptır demiş atalarımız). gittiğim, vakti zamanında bir sürümüne gittiğim, gideceğimi vaad ettiğim vs. etkinliklerden gelen mesajlar yüzünden tepem atmak üzere yine, az kaldı az... onu engellemenin bir yolunu biliyorsanız, "hiç katılmayacaktın olm! hihi!!" tadında olmayan tabi, paylaşırsanız sevinirim, olmadı şikayetimi facebook'a yazılı olarak ileticem, o da bir opsiyon sanırım.


people you may know adlı köşeyi (türkçesini bilmiyorum, tanıyor olabilecekleriniz?) hiç amacına uygun olarak kullanmadım, yani "aa bu da burdaymış, eklim hemeen!" dediğim olmadı, sadece kızlara bakıyorum işte, standart türk facebook kullanıcısı olarak... tanımadıklarımı ve beğenmediklerimi siliyorum listeden, öyle takılıyorlar orada. çok doğal olmasına karşın bana "öeh ama!" dedirten, o köşede bir eski sevgilimi görmem oldu. "eski sevgilinizi tanıyor olabilirsiniz bak!" tadında, komik de geldi bir yandan şimdi düşününce ama bak...

günün fikri: aşağıdaki resimdeki gibi, tesadüfen rastladığım bir müzik cd'si etiketleme sistemi çok gerçekçi ve kullanışlı görünmese de hoşuma gitti, paylaşayım dedim. (kaynak)





günün müzikal şeysi: Thru You: israil'li müzik adamı kutiman'ın çok hoşuma giden bir projesi, youtube'daki çeşitli videoları toplayıp seslerini üst üste yapıştırıp şarkılar üretmiş, hoş da şarkılar, dinlemenizi tavsiye ederim kesinlikle.

ee öö geri döndüm artık evet, bundan sonra bolca yazı bekleyebilirsiniz benden yine. i'm back!

4 Mart 2009 Çarşamba

araya sıkışanlar

çok yoğunum bu aralar, boş olarak bilgisayar başına oturduğumda anca dizi-film-izleme-aygıtı olarak kullanıyorum kendisini, ondan pek fazla yazamadım son dönemde, belki anlatacak fazla bir şey kalmamıştır, ama o asla bitmez kanımca ya... bomba gibi döneceğim günler olacaktır!

değişime açık olduğuma dair bir iddiam vardı, ama değilim galiba... en basitinden insanlar "yok şekerim artık sms falan sevmiyorum", "msn ne yau, bayık, sıkıcı" gibi şeyler derken, ben hepsini halen inatla kullanıyorum, ama diğer yandan da bir çok şeyden çabuk sıkılıyorum.. hmm.. kampa çekilip detaylı düşünmem gerekiyor bunu...

günün şarkısı: sentenced - killing me killing you (fizy) biraz sert oldu belki ama iyidir, güzeldir, hoştur...
günün oyunu: facebook'taki geo challenge son dönemde kafayı yedirtti bana, işten geç çıkıyorum bunu oynamak için her gün... facebook'a günde ortalama 140 yeni uygulama ekleniyormuş, biliyor muydunuz..?

25 Şubat 2009 Çarşamba

all work and no play make jack a dull boy...

bu aralar 30 seconds to mars evremdeyim sanırım, the kill için çektikleri (aşağıda görebileceğiniz (umarım)) klipteki the shining (1980) atfı ile ilgimi doruk noktasına taşıdıkları için kendilerini tebrik etmek isterim. (bu bir nevi günün şarkısı ile günün videosu kombosu oldu)

bunu saymayız

20 Şubat 2009 Cuma

rutin

çalışma hayatım başladıktan sonra her şey çok rutin olmaya başladı, sabah kalk, biraz daha yat, tam kalk, ilaç iç, yüzünü yıka, sigara iç, giyin, evden çık, yolda bir sigara daha iç, işe gel, bir sigara daha iç (çok sigara içtiğimi farkettim), iş zaten daima rutin, sonra akşam eve dön aynı yoldan yürü, aynı alışverişi yap, aynı kişilerle konuş, aynı şeyi ye, aynı şeyi izle, aynı saatte yat... acaip sıkıcı geliyor, üstüme üstüme geliyor bazen hatta! bu aralar rutinlerimden kopmaya çalışıyorum elimden geldiğince. standart bir çalışanın rutini sabah aynı saatte evden çıkarak, aynı yolu yürüyerek, aynı vasıtaya binerek aynı yere gitmek şeklindedir ya, ben çıkış saatimi değiştiriyorum, en erken çıkışımla en geç çıkışım arasında bir saat var en azından, farklı yollardan yürüyorum, vasıtam tabanvay olduğundan o konuda pek bir değişiklik yapamıyorum, böylece rutinimden çıkmış, gerek normal gerek yaya trafiği yoğun olan bir bölgede oturduğum / çalıştığım için yeni, yepyeni insanlar görmüş, ufkumu genişletmiş oluyorum. (saçma değil mi?)

bu hafta da bitti ya, cuma olmuş bile, şaştım kaldım açıkçası...

günün şarkısı: aslı - dans etmeye ihtiyacım var (fizy) haftasonu moduna uygun, gıpır gıpır! aslı'ya hayranımdır (hasta?), neden olduğu aşikardır sanırım, keşke bir kaç yaş daha küçük olsaydı...

19 Şubat 2009 Perşembe

vivid entertainment

kadim bir dostum vardır, bir çok şeyi paylaşırız, benzeşiriz bazı yönlerden oldukça, bazı yönlerden hiç benzemeyiz falan. sık görüşürüm kendisiyle, bazen cuma-cumartesi gecesi çılgın eğlence seanslarında, bazen bir pazar öğleden sonrasında kahve içerken, bazen hafta içi yeme içme organizasyonlarında (iki kişilik oluyor bu organizasyonlar da başkasını bulamadığımızdan). geçen gün aradı beni yine "iş çıkışı n'apacaksın, gel içelim" şeklinde, ben de hiç bir arayanı kırmayan, her gel diyene koşarak giden kaşar insan modeli bir insan olduğumdan hayır demedim tabi, gittim. günlük standart iş hayatımda bulamadığım bir kafa denkliğine sahip olduğumuzdan keyif alıyorum genelde bu buluşmalardan, ama her seferinde sohbet bir şekilde hadi beni eleştirelim haline bürünüyor, sonunda eve dönerken kafam karışmış, hayatı sorgulayan, ben nerede yanlış yaptım? ve bundan sonra ne yapmalıyım? diye düşünerek, kafamı eğmiş, suratımı asmış bir şekilde eve dönmemle sonlanıyor gece, gün, öğlen, neyse işte. moralim bozuluyor ulan! ama yanlış anlaşılmasın, hoşnutum bu durumdan (mazoşist miyim neyim bilemeidm), arada bir egom parlatıldığı sürece (ki bunu da eksik etmiyor sağolsun) eleştirilmek iyi bir şey, gaz verir, dinç tutar yönlendirir. tabi tüm bu sürecin altında "ee abi, söz ne zaman, çocuk bekliyoruz" gibi üstüne gitmem yatıyor olabilir, intikam aldığından şüpheleniyorum...

hiç bir arayanı kırmayan, her gel diyene koşarak giden kaşar insan modeli olduğumdan, ki bu muhtemelen sosyal ilişkilerimin azlığından kaynaklanıyor diye düşünüyorum, plansız programsız "hadi" diyene "hadi ağbi" diyorum falan, dün akşam da bir diğer kadim dostumla yedim içtim. (şaka maka çalışma yeme içme şeklinde geçiyor hayatım) bir kaç aydır benim b.k yemelerim ve dengesizliklerim sebebiyle arkadaşlığımız biraz yara almıştı, sanırım o kısmı toparladık sonunda, barış sağlandı.

o değil de, çok saçma, genelde fantastik-macera tadında film gibi rüyalar görürüm. uzun uzun, konulu, anlatılası olurlar... deli yatarım, o yüzden yorganla garip bir ilişkim, güreş tutarız falan, ve sonunda malum bir tarafım açıkta kalır, sanırım sebebi budur. dün akşam da çok acaip bir rüya gördüm, kafadan istanbul-izmir-bursa-almanya-polonya vs. şeklindeki coğrafi dağılımdan fantastikliği anlaşılabilir, içeriği konusunda fazla detaya giremicem (özel istek olursa özel açıklama yaparım tabii), çok gerçekçiydi (amerikalılar vivid der ya, ondan (vivid de porno endüstrisinin en prestijli stüdyolarından biri gerçi, neyse girmeyelim oralara)), çok keyif vericiydi, ama sonunda uyandım, içim acıdı resmen. halen kendime gelemedim, bir iç burkulması, bir keyifsizlik, bir asabiyet, bir ne yapıyorum ben burada ya sorgusu.. en az bir kaç gün bu etki sürer gibime geliyor. buna denk bir şeyi son yaşadığımda (iki-üç sene önce) hayati kararlar almış, bir miktar hayatımı kaydırmış, sonra toparlamış, bambaşka bir boyuta geçmiş, en son şimdiki ben olmuştum, o kadar etkisi olur mu olmaz mı göreceğiz tabi... ama süperdi... ama uyandım ve bitti...

kafam karışık

günün şarkısı: queensrÿche - i don't believe in love (fizy) i don't believe in love, i never have, i never will! (bunu ben yazınca da komik oluyor şimdi, romantik sayılırım oysa..) geçen akşam bir barda konser dvd'sini izledik, birbuçuk saat boyunca grubun adını öğrenmeye çalıştık falan, mini macera.
günün filmi: c.r.a.z.y. - 2005 (imdb) film festivalinde izleme şansım olmuştu kendisini (o da bir başka mini macera olarak dönebilir buraya), normal insanların anormal yaşamları cümlesiyle öne çıkmak istemişler, öyle olsun. (uyuşturucu, eşcinsellik, ne ararsanzı var)

17 Şubat 2009 Salı

karlar düşer



sevgililer günü sonrasındaki ilk yazımı böyle bir resimle başlatmayı uygun gördüm... ışık ile grafiti başlığı başlıklı bir yazıda gördüm, devamında da hoş çalışmalar var.


sevgililer günü demişken, çiçekçiler nasıl kâr etmiştir (evet şapka koydum bu sefer sn. kirpi) kim bilir... bir de her taraf dolu, adım atacak, oturacak yer yoktu, e tabi cumartesiyle de çakışınca.


başka sitelerle uğraştığımdan kaç gündür bir türlü yazı yazma fırsatı bulamadım, tükendim, yoruldum falan... kusura kalma! dün akşam dokuzda çıktım işten, hem iş uzadı hem de kendi işlerimle oynaştım biraz falan, acaip bir soğuk hava, yağmurumsu bir yağış, kendimi eve attım kapandım yorganın altına dizi falan izledim. bir kaç bölüm izledikten sonra "ya bir sigara içeyim" dedim kendi kendime balkona çıktım ve aradan bir, hadi bilemedin iki saat geçmiş olmasına rağmen her taraf bembeyaz, lapa lapa kar yağıyor. öyle bir heyecanlandım ki telefona sarıldım annemi aradım, "bu saatte niye arıyor manyak kim bilir?" diyerek açtı telefonu eminim, "anneeeaa kar yağıyor annee! hehehe!" demek için sadece... çok seviyorum karı kışı, özellikle karı. içimdeki çocuk çıkıyor ortaya, aptal aptal seyrediyorum yağışı, oynaşıyorum kar taneleriyle... tabi sonra dondum içeri girdim. karı severim karı...
başka da ilginç birşey yok sanırım, şimdilik.

günün şarkısı: deep purple - hush (fizy) keyifli, eski, daha ne?!

günün sitesi: bildirgec.org - daha çok internet, teknoloji ve tasarım üzerine olan toplama bir blog, arada şahane şeyler çıkabiliyor, örneği aşağıda...

14 Şubat 2009 Cumartesi

bir kedim bile yok

işin melankolik kısmına girmeden önce:
sevgililer günü geldi ya, resmen rahatladım. ne o öyle her tarafta reklamlar, çiçekçiler, bankalardan mağazalardan bilmemnerelerden gelen kısa mesajlar, e-postalar, yok efendim "sevgililer gününe özel iki kristiyan diyor parfüm bir fiyatına", yok "harca 500 tl al sana aslında değeri 30tl olan, bizim sana 100tl değerinde diye kakaladığımız akşam yemeği...", girdiğim sitelerin çoğunda abuk subuk reklamlar. sözde krizdeyiz ama millet kafayı yemiş sevgililer günü diye, deliye her gün bayramsa sevgiliye de her gün sevgililer günü olmalıdır oysa, değilse sevgilinizi bir sallayın, yine olmadıysa değiştirin...

bir de klasik bir "sevgililer günü de ne canııım" deyip de malum günden iki gün önce terkedilince "yaa sevgililer gününü yalnız geçirmek istemiyoruuum" diye ağlayan, "sadece bir günlük bir sevgili istiyoruum" diye tehlikeli cümleler kuran kızlar da vardır. (erkekler daha bir sallamaz, umarsız, odun falan olur ya o açıdan kızlar genellemesine gittim) ya da aynı kızları sevgilileri sevgililer gününde sevgililer gününe yakışır bir şekilde gezdirip yedirip içirmediyse olay çıkartan sevgili kızlar vardır ki, tadından yenmez. (bir cümlede kaç kez sevgili diyebilirim diye bir zorladım, cevap dörtmüş)

sevgililer günü erkekler için cillop gibi bir gün olabilir, doğru değerlendirldiği takdirde. şöyle ki, tüm bu aşkım, cicim, hayatımların havalarda uçuştuğu, çiçekçilerin bayram, hediyelik eşya satanların delicesine kar yaptığı ve romantizmin havalarda uçuştu kalpli böcekli bu günde yalnız olan kızlar (aynı genellemeye yine gittim farkettiysen) ileri derecede savunmasız, hatta "en iyi savunma saldırmaktır" ilkesini dahi benimsemiş olabilirler. çapkın bir insan olmadığımdan teorimi ancak bu noktaya kadar geliştirebildim, daha fazlası için uykusuz alınız otisabi okuyunuz... teoride zehir gibi pratik dersen sallanmakta (mfö - ali desidero - muazzam bir parça tabi)

ben de hem bir cumartesi hem bir sevgililer günü olan şu güzel günde (yok hava berbat gerçi) web sitesi yapmakla kafayı bozdum, ama ne yapalım, daha iyi bir işim yoktu zaten... bir kedim bile yok, anlıyor musun?

insanlar panik yapmasın, "vay mal vay" demesin diye bazen çok takıldığım şeylere "ahaha, öyle mi, e o da olur tabi neden olmasın..." gibi cevaplar verip konu değiştiriyorum. herkes yapıyor bunu tabi de, geçen gün öğrendiğim bir şey bir acaip etti beni.. neyse!

içince saçmalamamak adına yeni bir yöntem geliştirdim, eğer kafayı bulmaya başladıysam gecenin kalanında da planım yoksa yanımdaki arkadaşıma (yalnızsam s.çmışım zaten, bırak saçmalayayım) pin kodumu değiştirtip telefonu kapatıyorum, ertesi gün yeni pin kodumu öğreniyorum. henüz uygulama fırsatım olmadı ama plan olarak su sızdırmaz görünüyor, ne dersiniz?

neyse, yeter bu kadar, sevgi pıtırcıkları.

günün şarkısı: change of plans - nazi song (sitelerinden mp3 olarak indirebilirsiniz) amatör ve yerli bir grup olan change of plans'in sevdiğim bir parçası işte...

13 Şubat 2009 Cuma

sitem

kişisel sitemi yapmaya başladım sonunda, tasarımı bilmemnesi... buraya yazıyorum ki "amaaan salla yao" demeyeyim sonradan. tabi burda yayınlamam adresini, kim olduğumu yazmak istemiyorum burda... bir arkadaşımın sözü vardı bir seneyi aşkın süredir, "tamam sana tasarım yapcam söz" demişti de, olmadı bir türlü (sitem oldu bu da, kelime oyunu). herkesin işi ayrı tabi...

ara yazı oldu bu, bunu saymayız!

12 Şubat 2009 Perşembe

happy together

şu facebook'ta msn'de sevgilisiyle fotoğrafını koyanlara ağır kıl oluyorum! "hırsından çatlasın düşmanlar, şimdi benimde bir sevgilim var" dercesine... (yasemin kumral - bim bam bom) olan var olmayan var arkadaşım, ayıptır yazıktır günahtır... gerçi bir yandan iyi de, yurdum çapkını (abazası mı desem?) boşuna enerji sarfetmemiş, daha yaratıcı teknikler geliştirmek için vakit bulmuş olur, neden olmasın? ben ancak yakın arkadaşlarımla resmimi koyabiliyorum, onlar da erkek, bu sefer adım eşcinsele çıkacak diye korkuyorum içten içe azıcık.. gün gelecek ben de sevgilimle fotoğrafımı koyucam hulen!!

bana maskülen şekillerde hitap eden kızlardan gelişine soğuyor, yer yer tiksiniyorum. bu basit bir abi veya lan ile başlar çeşitli softcore küfürlere kadar gider (benimle konuşurken hardcore küfreden kızla işim olmaz zaten, ne o öyle?!). ben de kızların yanında küfür etmemeye, argo konuşmamaya özen gösteririm, eski bir sevgilim "hakkat ben senin hiç küfrettiğini duymadım, s.ktir dediğimde utandım hatta" gibi bir şeyler demişti hatta.. oysa hemcinsim arkadaşlarım bilir ne derece bir hayvan olduğumu... hele o askerlik var ya! hmn...

hapşırmaya başladığımda böyle sekiz-on-onbeş-yirmi kez hapşırırım arka arkaya (üstteki paragrafı yazarken oldu da), ve öyle polat alemdar gibi (evet kurtlar vadisi izlediğim bir dönem oldu, ama o ayrı bir mevzu, gönüllü değil yani) üst üste değil, aralarda bir kaç dakika mola vererekten hapşırıyorum, tam kriz hali! çevremdekiler bir "nölıyor len?" diye bakıyor alışkın değilse... sınav veya başka özel durumlarda olduğunda tadından yenmiyor tam anlamıyla!

bugün durup dururken eski arabesk günlerimi yad edercesine ibrahim tatlıses'ten yıkılmışım ben (fizy) adlı şarkıyı mırıldanmaya başladım, aradım taradım buldum şarkıyı üç-beş kez dinledim rahatladım azıcık. çok severdim iboyu eskiden çok, konserine dahi gittim! dertler derya olmuş, ben de bir sandal... (hell yeah!)

günün sitesi: ff0000.com (#ff0000 kırmızı'nın kodudur html alemlerinde bu arada) başka bir şey araştırırken bugün tesadüfen denk geldim, oyun gibi bir site... aslında bir interaktif ajanslar, tam interaktif bir site olmuş, diğer ziyaretçilerle değişik bir etkileşim imkanı sunmuşlar, çok hoşuma gitti... zaten ödül neyin almışlar, haketmişler!
günün sözü: uzat elini yalnızlık yalnız kalsın! yıkılmışım ben şarkısını ararken denk geldiğim videolardan birinde yazıyordu, çok etilendim, kahretsin!
günün birincil şarkısı: texas - summer son (fizy) dün yine mırıldanırken buldum kendimi bu şarkıyı, hemen öncesinde kokteylim.com'da summer sun diye bir kokteyl gördüğümle alakalı olabilir diye sanıyorum...
günün ikincil şarkısı: the turtles - happy together (fizy) onlarca (atıyorum) yorumu olan şahane bir şarkı, illa bir dizide filmde denk gelmişsinizdir zaten bir sürümüne... keyifli, sözleri de şahane. "no matter how they toss the dice it had to be, the only one for me is you..."
günün filmi: chun gwong cha sit (1997) ingilizcesi happy together, ordan çağrışım yaptı şimdi... arjantin'de yaşayan eşcinsel bir hong-konglu çift (ne tamlama oldu be). çok ilginç gelmişti izlediğimde (altı-yedi sene olmuş olmalı en azından), değişik bir şey arıyorsanız tavsiye edebilirim.

10 Şubat 2009 Salı

pictures of you

bugün bir yerde toplu sms / mms gönderimi yapan bir şirketin sunumuna tanık oldum. kendileri turkcell'in çözüm ortağıymış (sitelerine baktım öyleler gerçekten), beni asıl şaşırtan ve "haddi canım" dedirten şey ise belli profillere sahip telefon numaralarını kullanıma sunmaları (satmak demek istiyorum burada aslında, ama turkcell beni ezer falan şimdi, neme lazım). bir diğer deyişle "30 yaş üstü, istanbul'da ikamet eden, telefon faturası 100-150tl arası gelen (!)" gibi bir kitlenin telefon numaralarını edinebiliyorsunuz (belki numaraları vermiyorlardır ama kullandırtıyorlar en azından), ve bundan beş-on bin dolar düzeylerinde paralar alıyorlar... bilgisi olan araştırmak isteyen bu tarz yazılar yazan arkadaşlara (aklımda bir tane var) duyurulur.

bu hafta şimdiden yordu beni, dün ne kadar enerjik mutlu falandım oysa... why must I constantly be surrounded by frickin' idiots? demek istiyorum doctor evil gibi bazen. (videosunu da bulsam şahane olurdu burda şimdi, neyse)

beklenen an geldi ve ben facebook ile deneme amaçlı bir barış imzaladım.. şöyle bir diyalog gelişti bu sonuca ulaşana kadar:

bir dost (bd): dön evladım facebooka
mamut (m): diyosun
bd: ***ecem özledik zirzop
m: ben de valla
m: dönüyom be (bi süreliğine)
bir kaç dakika geçer
m: döndüm
bd: bikbik
m: vikvik
bd: vikvik
m: sardın başıma bu ***i yine ya
bd: ahaha
bd: olum sarma... insan ol... bizim de facebookumuz var
m: benim boş vaktim var
bd: ahaha
bd: süper bir açıklamaydı
işte öyle, bakalım nereye kadar...

jack black'in yer aldığı projeleri takip etmek gerek, çok ilginç şeyler çıkabiliyor, söylemedi demeyin. hem film anlamında hem müzikal anlamda, çok keyif veriyor bana bazen... her zaman değil tabi.

günün filmi: idiocracy (2006) (imdb) "ne olacak bu dünyanın hali?" sorusuna alternatif, komik, trajikomik bir cevap arayanlara...
günün şarkısı: the cure - pictures of you (fizy) cure'un nispeten az bilinen bir parçası, belki daha güzel bir parçası, bilemiyorum...

9 Şubat 2009 Pazartesi

tak

sevgililer gününe kadar hafif pembe bir renklendirme kullanmaya karar verdim, içimden geldi (var bu işte bi .bnelik de, hayırlısı...)

motor fuarı vardı haftasonu bir tane, gidemedim, ben marttaki motoshow'a giderim zaten, olayım oldu son bir kaç senedir. o değil de, özellikle motor fuarlarında göze acaip batan et pazarı durumu beni çok rahatsız ediyor... evet ilk bakışta "süper abi, mankenler yarı çıplak falan, mis, koş, durma!" gibi görünse de erkek milleti için, vıcık vıcık, falan filan. çirkin be! "ne biçim erkeksin ulan?!" ve "duyarlı erkeğim tribiyle puan toplamaya çalışıyor lavuk..." diyenler çıkacaktır, aldanmayınız, samimi görüşümdür...

grammy ödülleri açıklanmış, metallica da bir şeyler kazanmış, nesiyle kazandıysa o albüm anlamadım da ama... vardır bir bildikleri, ya da yoktur, olabilir her türlü. (link)

günün bir diğer şarkısı: anemi - tak (evet buna uygun bir fizy linki bulamadım, konser kaydı bulabildim o da çok fena, ama ek$i linki verebilirim) anemi bundan bir kaç sene önce t.a.k. (açılımı "ta a.k." (bu kadar açabildim, terbiyem el vermiyor burda şimdi böyle)) adlı parçasıyla alttan alttan ünlü olmuştu, "abi duydun mu izmir'de bi grup ta a.k. diye şarkı yapmışşş" deniyordu falan, şimdi albüm çıkartmışlar, diğer şarkılarını çok dinleyemedim ama bu bile başlı başına yetti bana şimdi... dumansız cigaranın, köpüksüz biranın, sensiz şu hayatın ta... bugün bir yirmi defa dinlemiş olabilirim ta... sevgiler! (tak lehçede (polonya dili) evet demek bu arada, gereksiz bilgi)

not: "kuzeyli dostlar"a bu yazı, hele şarkı... (tırnak ve parantezleri çok seviyorum)
kısa bir ikinci yazı işte bugüne, hedeflerim var!

kud yu pliz forvırd diz?

haftasonu yazamadım ama cumartesi sabah on ile pazar sabah beş arası dışardaydım, dört-beş farklı iş hallettim (eğlenmek dahil), gecenin sonlarına doğru ilginç bir zamanlamayla ilginç bir sürpriz yaşadım, "dünya küçük", "olacak şey var olmayacak şey var", "yok artık" şeklindeki bilimum düşünceyle kısa devre verdim (detay vermeyeyim şimdi), ancak kendime gelebildim diyebilirim. gece eve dönerken otobüse orta kapıdan binerek akbili elden ele gönderme yöntemini benimsemek durumunda kaldım (ki hiç sevmem bu olayı, sayın şöför öyle yönlendirdi), çevremdekilerin tamamı yabancı olduğundan o süper ingilizcemle "kud yu pliz forvırd diz?" (could you please forward this - şunu iletebilir misiniz lütfen) şeklinde bir iletişim kurdum, gülümsediler bana, dalga mı geçiyorlar hoşlarına mı gitti bilemedim... (bu arada ingilizcem süperdir, ironi yapmıyorum, narsist olduğumu düşünebilirsiniz, bazen evet..)

velhasıl güzel bir haftasonuydu, keyifliyim valla!

birmilyon.com diye bir siteye üyeyim, bilgi yarışması bilmemne falan, günlük olarak bir test gönderiyorlar, bir kaç haftadır günlük olarak cevaplıyorum ben de, bugün ilk kez onda on bildim, hayırlı bir gün ve hafta olacağa benziyor... (türk lirasından sıfırlar atılınca bunların da adı bir.com olmalıydı aslında, ama yememiştir tabi)

bugünün sabah uyanma şarkısı ac/dc - thunderstruck oldu, hayırlı oldu, bir enerjik etti beni sabah sabah... (fizy) ac/dc diyince geçenlerde izlediğim ufak bir stand-up videosu geldi aklıma, avustralya'da yaşayan türk stand-upçı, medarı iftiharımız ozzie: (fena değil kendisi, diğer videoları da keza, ingilizce tabi bu arada)




koldugmem.com, cumartesi bindiğim bir dolmuşun tabelasına sponsordu (heralde böyle tanımlanır?), sadece tabelaya özel müthiş bir hata olduğunu düşündüğüm "Erke?im ve özelim..." yazımının sitelerinde de mevcut olduğunu gördüm, yok artık!

yazının ortasında elektrik gitti geldi, neyse ki otomatik kaydetme özelliği var bu zirzopun...

suya sabuna dokunmayan bu yazıyı noktalarken, bir diğer yazıda görüşmek üzere.

günün şarkısı: joy division - love will tear us apart (fizy) kiminin hiç sevmediği bir vokal tarzı olsa da ben severim, şarkı başlı başına güzel zaten nasılsa..

7 Şubat 2009 Cumartesi

müzikal gibi

bugün işyerimdeki bilgisayarımı düzenledim. bu her ne kadar çok da önemli gibi görünmese de vaktmin en büyük bölümünü o aletin karşısında geçirdiğimden benim için büyük bir önem taşımaktaydı! çoğu geçici dosyayı masaüstünde tutan bir insan olarak zaman zaman o dosyaları siler, geri kalanları da desktop adlı bir klasörde toplarım (neden türkçe değil de ingilizce sorusuna verecek bir cevabım yok açıkçası). o klasör bugün 5gb boyutuna ulaştı, aklıma ilk kullandığım 512mb harddiske (sabit disk) sahip bilgisayar geldi, iç çektim bir... mp3'lerimin toplam boyutu ise 12gb olmuş, evdeki arşivime yaklaşmıştı.

mp3 demişken, ben arşivimin çoğunu bir listeye atıp ordan dinlerim genelde (bu alışkanlık mevsimsel gerçi, bazen tek tek seçer dinlerim, bazen albüm veya sanatçı seçerim, neyse), bazen bir şarkı denk geliyor, "bu ne beee? niye indirmişim ki ben bunu?! yıvranç!!" dedirtiyor, silemiyorum da "yazık o kadar bandwith yemişiz" diye, o şarkı aynı döngüye girmek üzere varlığını sürdürüyor... bazen sadece bir şarkısını sevdiğim bir grubun diğer tüm şarkıları için geçerli oluyor bu durum, işte o zaman çok üzülüyorum o grubun one hit wonder (tek şarkılık mucize uygun bir çeviridir sanırım) durumuna...

bazen acaip kırıcı bir insan olabiliyorum, normalde geride tuttuğum, sadece içimden geçirdiğim, hiç yüzeye vurmadığım şeyleri dile getirebiliyorum. "aptal bir insansın!" tadında (bu cümleyi hiç kurduğumu sanmıyorum, örnek niyetine), çeşitli söz sanatlarıyla süslenmiş, kötü şeyler işte... sonradan tekrar ele alınca düşününce "keşke demeseydim ya" ile "haketti, müstahak" arasında sendelerim saatlerce, bazen günlerce. özür dilemekle "amaaan boşver" arasında bir kararsızlık kaplar içimi (kararsız olduğum daha önce geçmişti sanırım), burkulurum biraz, üzülürüm hafif falan.... kafam çalışıyor, sivri dilliyim, günahım budur!

bugün bir ballı backwoods kokusu aldım, aklımdan çıkmıyor, en kısa zamanda alıp tüttürmeliyim..! (ciğerlerimi sevmiyorum sanırsam)

karaoke'ya gitmek istiyorum, bir grup arkadaşım da istiyor, bir organize olabilirsek şayet... "ne söylerim?" diye düşünüyorum bazen, başlangıç olarak bir rus aksanı ile i wil survive (fizy) adlı standart karaoke şarkısını seslendirmem gerekiyor (evet aksan şart!), onun sonrasını bilemedim henüz... lenny kravitz'ten bir şarkı olabilir, red hot chili peppers kesinlikle ol(a)maz... evet ingilizce düşünüyorum, gerçi teoman'dan ne ekmek ne de su (fizy - acaip severim) da olabilir, veya vega'dan bir şeyler... bilemedim işte! (çok italik bi paragraf oldu bu da be!) karga sesli olduğumu düşünüyorum bu arada (bundan da emin değilim), hayırlısı diyelim...

söz sanatları içinde en sevdiğim mübalağadır, mübalağa bir sanattır. yerinde kullanılırsa...

eski bir iş arkadaşımla yeme içme faslımız oldu bugün, pek mutlu oldum, özlemişim keratayı!

günün birinci şarkısı: the coral - dreaming of you (fizy) bugünkü harikulade hava ile müthiş bir ikili oldu bu şarkı açıkçası... "i still need you, but i don't want you now." klibini ilk kez izledim ve hayal ettiğimden çok farklı tipler çıktı karşıma dürüst olmak gerekirse...
günün ikinci şarkısı: cream - sunshine of your love (fizy) ilkini hatırlamaya çalışırken bu geldi aklıma, yazılası varmış demek dedim... "i've been waiting so long to be where i'm going in the sunshine of your love." (daha iyi bir kaydını bulabilirsiniz tahminen, bendeki mp3 daha iyi yani en azından...)


ne müzikal bir yazı olmuş, karaoke mp3 günün şarkısı derken...

5 Şubat 2009 Perşembe

başlık yazmak zor iş bazen ya

!fistanbul'da gösterilen filmlerin bir kısmını indirip evde izleyeyim, mali yükten kurtulayım dedim ama çoğu filmi bulamadım, yastayım. paşa paşa gidicem sanırım... ya da bekleyip dvd'lerinin çıkmasını falan o zaman denerim şansımı, normal gösterime de girmez ki bunların çoğu. (bunu yazdım diye başım belaya girer mi ki? girer diyorsanız bire, girmez diyorsanız ikiye, bilemedim diyorsanız sıfıra basınız)

christina ricci çok cici bir hatun bence, şeker, çıtıpıtı falan.. (dün birkaç yerde birden karşıma çıkınca kapıldım bu izlenime) (imdb)

geçen gece zaplama ritüelimdeyken (bunu çok yapmaya başladım sanırım son dönemde) family guy'ın star wars IV uyarlaması bir bölümüyle karşılaştım, müthiş bir zevk aldım bir star wars'çu olarak, aradaki geyikler de güzel ve tadındaydı. şimdi araştırdım, bölüm blue harvest adını taşımaktaymış, altıncı sezonunun ilk bölümüymüş, ikisinden birini dahi seviyorsanız mutlaka izlemelisiniz. darth vader rolü stewie'ye birebir oturmuş. (aşağıda bir önizleme de sundum inanmazsanız diye (üzgünüm ama ingilizce))




bugün de aerosmith - janie's got a gun mırıldanarak uyandım, hayırdır inşallah... (fizy)

milliyet gibi içeriği dolup taşan sitelerin daha ben yarıya ulaşmadan kendini yenilemesine kıl oluyorum acaip!

görselini değiştireyim biraz diyorum buraların, bir de başka bir blog daha açayım diyorum, yakın, çok yakın...

günün şarkısı: pink floyd - hey you (fizy) "together we stand, divided we fall." yorumsuz
günün yorumu: "Yüzünü saklayan gizemli iyiliksever isteyene para dağıttı" (kaynak) "ABD’nin New York kentinde, adını açıklamayan ve yüzünü örten bir kişi, 2 gün boyunca isteyenlere para dağıttı. ... Bill’den para almak için sırada bekleyenler, sorunlarını bir kamera ve mikrofonla kuyrukta dolaşan kişiye anlatmak zorunda. " şuraya yazıyorum ki bu bir michael moore projesidir, yakında en iyi belgesel oscarını falan alırken görebilirsiniz... (en iyi ihtimalle seneye tabi)
"Stratfor'dan Türkiye yorumu!" (kaynak) "ABD'de yayımlanan istihbarat ve ekonomi dergisi Stratfor'dan ilginç Türkiye yorumları. ... yazıda, Başbakan Erdoğan'ın 'Türk siyasi yelpazesinin merkezini' temsil ettiği belirtildi." işte buna yorum yapamicam, yorumlar burda biter, kelimeler kifayetsiz kalır...
burayı okuyanların büyük bir kısmını oluşturan, hayatın nabzını tutmak adı altında 'yemekteyiz' programını izleyen ve akabinde topluluk olarak değerlendirmeyi seven pek sevgili tolga'nın özel isteği üzerine...

3 Şubat 2009 Salı

son bira

o son birayı içmeyecektim, hadi son iki birayı, son üç..? akşam bir arkadaşla yemek-içmek üzere dışarı çıktık laf lafı açtı falan derken sonunda bu sabah koşarak işe gelmek durumunda kaldım geç kalana "günün uşağı" görevi verildiğinden. tam olarak ayılmam akşam saatlerine denk geldi, tüm gün tam bir aptal gibi bakıp durdum ekrana, en istenmeyecek türden sorunlar da bugün çıktı elbette ki, daha uygun bir zamanlama olabilir miydi ki? çılgın gaz veren bir konuşma oldu, sonuçları göreceğiz, hayırlısıyla diyelim...

tanıdığım bir grup insan (direk arkadaşım diyemicem, o kadar da samimi değilim) her içtiklerinde ekstradan bir bira alırlar, işte o asla içilmeyecek olan son biradır, kimseye dokundurtmazlar, mundar ederler güzelim birayı...

farkettim ki adım alemciye çıkmış, yeni farketmedim bunu tabi, rol gereği öyle diyorum, yoksa yıllaaardır olan bir izlenim bu (gerçek demiyorum, izlenim!) çok mu geziyorum bilmiyorum, ama severim gece hayatını, gezmeyi, insan görmeyi, müziği, içmeyi, güzel yemeği falan, ama diğer yandan gayet sakin sakin evde oturup filmimi dizimi de izleyebilirim, aile ziyaretinden sıkılırım, ama arkadaşlarımla sohbet keyif aldığım bir olgudur, arada bir yerdeyim, uçlarda değilim diye düşünüyorum... bilemedim! (bu kelimeyi çok kullanıyorum, aslen ukela bir insanım, bilirim yani pek çok şeyi, boş ukela da değilim, dolu dolu ukelayım)

cinsel ayrımcılık kadınları etkilediği kadar erkekleri de etkiliyor bence, hele modernleşme çabasındaki kozmopolitan kaotik büyük şehirlerde, kıl oluyorum bazen... erkek erkeğe bir yere yemeğe gittiğinizde sizi kattan kata, masadan masaya sürerler pes ettirene veya kimsenin tenezzül etmediği bir köşeye oturtana kadar, bir bara girmeye çalıştığınızda çeşitli cambazlıklara girişirsiniz, ama giremezsiniz genelde (benim yüzümden değil, çevremdekiler yüzünden bu (gerçi bi kez beni parmağıyla işaret edip almamıştı adamlar, neysse)), oldu ki girdiniz dışarı çıktığınızda sizi geri almama olasılıkları vardır, "ağğbi şimdi içerdeydim ya yapma gözünü seveyim, kız arkadaşım içerde" falan dersiniz (blöf de olabilir bu bak), "gelsin kız alsın seni o zaman" derler, iş
çıkartırlar işte, bir tatsızlık, bir keyifsizlik... sonuçta hedefine ulaşsan da ağzının içinde iğrenç bir tat, nahoş işte! ama yanınızda kız varsa her şey nasıl değişiyor, hele kız sayısı çoksa, hele çoooksa, kralsınızdır, en süper masa boşaltılır, oraya oturtulursunuz, ufak jestler eksik olmaz, çerez olsun içki ikramı olsun, bilimum... çirkin! sırf eğlence hayatı değil bu, işyerinden öğlen yemeğe çıktığımda bile yaşıyorum bunları, kızlarla gittiğimde ayrı bir ilgi alaka, çaylar şirketten durumları falan. hiç bir kıymetin yoktur aslında erkek birey olarak orada, amaç bellidir... kıl oluyorum kıl! bunun bir diğer versyonu da giyim kuşamla alakalı, onu başka zaman ele alırım.

bir insanı kişi yapan anekdotlarıdır diye düşünmekteyim.

son yıllardaki gözlemlerimi değerlendirince iki sonuca ulaştım:
  1. yakın arkadaş ile sevgili olunmaz, çünkü eninde sonunda ayrılık gelir, hem sevgili hem arkadaş kaybedilir, devasa bir boşluk oluşuverir insanın hayatında. "süpper anlaşıyoruz yaa, tencere kapak gibiyiz" diye başlar, sonunda en azından bir tarafa kapak olur bir güzel... "arkadaşlığımız devam etsin" denir, b.ku çıkar sonunda, birisi ya delirir ya depresyona girer ya birini bıçaklar falan, "mümkünse artık görüşmeyelim" denir en sonunda, boynu bükük insanlara dönüşülür...
  2. yakın bir arkadaşın yakın bir arkadaşı ile sevgili olunmaz, aradaki arkadaşa yazıktır kafadan. "beni sordu muu?", "ne dediii?" şeklinde başlar, "niye aramıyooo?", "yeni sevgilisi nasıl, benden güzel mii?" şeklinde devam eder, bela okuma ve "mümkünse görüşmeyelim"e kadar gidebilir. arkadaş hangi taraftan olacağını şaşırır, bir tarafa yakın olursa öbür taraf kıl olur, sohbetler körelir ("yeni bi hatunla tanıştım, süpper bişi" diyemezsin, ya öteki duyarsa..) arada kalan acı hırpalanır, kenarlardakiler de bir arkadaşını kaybedebilir, en azından eski havanın yakalanması zor olabilir, nahoş işler..

tabi bunlar kişilere göre değişir, ne kadar duygusal, kaşar vs. olduklarına bağlıdır (kimseye bir ithamım yok, peşinen söyleyeyim)

özür dilemek bir erdemse şayet, çok erdemliyim. ("özür dilediğim için özür dilerim" cümlesini kurmuşluğum da vardır)

günün şarkısı: tolga burkay - yanımda kal (fizy) bugün yerli olsun dedim, hatta na buradan salı gününü yerli günü ilan ediveriyorum! bir geceyarısı uyuyamıyorken e2, national geographic ve arada müzik kanalları şeklinde bir zaplama seansı sırasında denk geldim buna da, klibini çok sevdim, şarkı da fena değil gibi...
günün şarkısı 2: golatkin - bira (mp3) madem başlıkta bira geçiyor, madem yerli günü bugün, dinlediğim en başarılı amatör çalışmalardan biri diyebilirim bu şarkı için... sitelerinde diğer şarkıları da var, bilirdik bilmezdik de favorilerim arasındadır. (site) (bendeki versyonu farklı burdakinden (daha eski bir kayıt, ve daha güzel sanki), onu da paylaşabilirim isteyen olursa tabi)

2 Şubat 2009 Pazartesi

dear diary

son günlerdeki b.ktan ruh halim ile evden çıkmayışım arasında bir bağ olduğunu varsayarak dün kendimi dışarı attım tam anlamıyla, "kadıköy'e gideceğim ben" kararlılığıyla. yolda 3-4 kez fikir değiştirdim, "taksim'e mi gitsem yoksa ya?", "yok ben sigara alıp eve döneyim dizi izlerim...", "yahu git işte manyak mısın?!" monoloğu dahilinde, hatta duraktan dönüyordum nerdeyse de otobüs geldi, bir kararsızlık bir dengesizlik, bilen bilir en saf, en doğal halimdir bu.
kimseyle haberleşmeden çıktım dışarıya, yolda iki kişiye "kadıköy'e geçiyorum ilgilenirseniz" şeklinde kısa mesaj gönderdim sadece, bir tanesi gelemedi, diğeri "kız arkadaşımı göndereyim gelirim yanına" dedi, adamın metresiymişim gibi hissettim kendimi bir an için. velhasıl bir kaç saat boş gezme fırsatım oldu, hava hafif serin, tam sevdiğim cinsten, taktım mp3 çalarımı da, ayaklarım nereye götürürse gittim...
modadaki bankları çok severim, çay bahçelerini geçtikten hemen sonra, avrupa yakasını gören bankları. bazen giderim orada otururum, dinlediğim müziğin sesini hafif kısarım, dışardan da ses gelsin diye, çok sıkıntılıysam ağlarım falan (erkek adam ağlamaz!), iki sigara içerim, aşağıdaki insanları izlerim falan. sonra kalkar normal hayata dönerim, insanların olduğu, duygusuz, soğuk, kıl halime bürünürüm..
kadıköy'ü çok seviyorum, "kadıköy çocuğu" diye tanıttığım olur kendimi, moda'da oturmak, dondurma yemek, vafıl yemek, barlar sokağında zincir'e gidip barda oturmak, metal müzik eşliğinde (nispeten) ucuz biraları götürmek (zincir'e burun kıvıranı sevmem!), arka oda'da aromalı bira içmek, kahve içmek, iki lafın belini kırmak, müzikal ufku genişletmek, masal evi karin liman kahvesi, ilginç sohbetlere dalmak, icabında memleket kurtarmak, üç liraya tavuklu fasulyeli pilav yemek, liman'dan abuk subuk sticker kartpostal bilmemne almak "nasılsa ucuz ağbi, çok güzel söz ya, duvarıma ascam bunu" şeklinde, kadıköy'ü çok seviyorum.
saolsun metresi olduğum arkadaşım sonunda bir yerlerde katılabildi bana, içimin sıkıntısını aldı bir kaç saatlik bir sohbet, burdan el sallıyorum kendisine! (konuşmanın bir noktasında "yılan ol kankaa!" dememiş olsaydı daha mutlu olurdum aslında)

günün şarkısı 1: boston - more than a feeling (fizy) scrubs izlerken tanıştığım bir şarkı oldu bu da, "dizi izlemenin müzik kültürü üzerine etkisi" ayrı bir konu zaten.. 70lerden kalma yanılmıyorsam, dizideki kullanımı için de burdan

günün şarkısı 2: cheap trick - voices (fizy) bu da how i met your mother'dan, yine 70ler, yine burdan

günün şarkısı 3: luna - dear diary (fizy) buna yorum yapamıyorum, dün arkaoda'da duydum buldum paylaştım


bugün üç şarkı verdim, aralarında karar veremedim, günlere bölsem de olmaz dedim, kararsız bir insanım vesselam. tek güzel yanı da şarkılar oldu zaten yazının...

31 Ocak 2009 Cumartesi

guy love!


hastayım bu ikiliye ya... (scrubs altıncı sezon altıncı bölüm, dizi on üzerinden on ise bu bölüm on üzerinden onbeş)

garip bir adamsın hakkaten..

üç saattir falan açık önümde bu pencere, yazıcam, aklımda olan bir şeyler var, ama bir türlü cümle oluşturamıyorum, paragrafa koşamıyorum... paragrafın ötesine geçemiyorum zaten tek bir bütünlükte. kafam dağınık, aynı konuda kalamıyorum, ordan oraya atlıyorum. belki kafamın kalabalıklığındandır, çarpıklığından, boşaltmaya çalışıyorum işte. kusuyorum kelimeleri (komik oldu bu). bu paragraf burda bitti mesela, sıradaki...

insanların dinlediği müziğin etkisine kapılması bilinen doğal bir durumdur (diye sanıyorum?), bende de var öyle bir durum, de benimkisi biraz daha zamana yayılmış şekilde.. şöyle yani, bir şarkı / grup / tarz dinlemeye başladığımda 3-5 gün ile 1-2 ay arası bir süre o şekilde devam ediyorum, o dönem hep o dinlediklerimin etkisinde geçer, melankolik, şen, bunalım vb ruh hallerine bürünürüm... "ağbi çok sıkkın canım şu aralar" dediğimde bir arkadaşım "ulan yine x dinliyorsun değil mi bu aralar hep?" şeklinde cevap vermişti (x'i ifşa etmeyeyim şimdi, içimden gelmedi), öyle bir durum işte.. farklı bir şeyler dinlemeye başlamalıyım, zaten bir süredir yeni bir şey keşfetmiyorum. müzik keşfetmek bir hobimdir, bulduğum şeyleri ona buna "abi y diye bir grup keşfettim, bak linki de bu, aha dinle, seveceksindir" diyerek yollarım, bazen severler, bazen sevmezler, ama sonuçta keyiflidir, birilerinin hayatında iz bırakma imkanı sağlar, ego tatmin eder falan.

gereksiz takıntılarım, takıldığım noktalar, şeyler, kişiler, objeler vardır hayatta. "kırmızıda geçmem hacı"dan başlar, "bana z dedi, nasıl der ya?" (burda z son derece masum, alakasız bir şey olabilir, olm'dan tut da en basit kız küfrüne kadar..), (2 sene önce tanışılmış bir daha da görülmemiş bir kız hakkında) "ağbi ne kızdı yaa, unutamıyorum", eski sevgililer sevdicekler aşklar falan diye sürer gider (son kısım hakkında bir ara daha uzun bir yazı yazarım diye düşünüyorum, fazla detaya girmek istemiyorum burda şimdi). elmayla armutu eş tutuyorum gibi oldu biraz, olsun. sonuçta aklımdan geçenleri biriyle paylaştığımda o kişiyle olan samimiyetim doğrultusunda "olm mal mısın?" ile "garip bir adamsın hakkaten..." arası bir tepki alıyorum, bazıları çok mantıklıyken bazıları hakkaten bana bile saçma geliyor, ama mantıkla duygular her zaman örtüşmüyor, hatta bol bol çelişiyor...

arada geçen bir saatte de bu kadar yazabildim ancak, yok olmayacak, yeter!

günün şarkısı: the powerless - nobody cares (mp3) geçen gün bahsettiğim thesixtyone.com sayesinde keşfettiğim bir grup/şarkı, hoştur.. bu arada grubun sitelerinden başka şarkılarını da indirebilirsiniz. "we make music, not money" diyen bir grup olduklarından mp3lerini sitelerine koymuşlar, ekstradan sevdim bu huylarını da.
günün video-oyunu: youtube street fighter (link) evet evet, youtube'da hem video hem oyun, garip, ilginç bir şey olmuş, sadece "bunu da gördüm ya" dedirtmek için... videodaki butonlara tıklayarak (youtube'un video içine link özelliği sayesinde) video'dan video'ya geçerek adam dövmece.

30 Ocak 2009 Cuma

siyah noktalar

"bir pazar günü parktaydım, nemli bir banka uzandım.." tanıdık geldi mi? vega'nın poh poh perisi adlı şarkısı, bu sabah kendimi bunu mırıldanırken buldum, hem hoşuma gitti, çok şeker hoş bir şarkı, hem de garipsedim, vega'nın çok daha fazla sevdiğim ve dinlediğim onlarca (atıyor olabilirim) şarkısı dururken... hoş-garip, tatlı-ekşi gibi.

ister bir sabahlamanın sonucu olsun, ister sabahın köründe dışarı çıkmaktan olsun, o günün ilk saatlerinde dışarda olmayı çok seviyorum. çalışırken biraz zor oluyor tabi (hiç olmuyor değil), öğrenciyken daha sık yaşanan hoş bir duyguydu. hele ki sevilen birisi ile yapılan bir aktiviteyse (gerek arkadaş gerek sevdicek), eşsizdir, her zaman hatırlanan, hatırlanacak, zaman zaman yadedilecek bir yaşanmışlık halini alır. hiç uyumadığı iddia edilse de, bir şehrin uyanışına tanık olmak, önce sadece nöbetçi eczane ve taksi duraklarında insan varken yavaş yavaş fırınların, gazete bayilerinin, bakkaların canlandığını, sağlık manyağı (sapığı da denebilir) insanların yürüyüşe, çalışanların işe doğru yola çıktığı o zaman aralığı... duruma göre ya uyumamış olmanın, ya da daha karga b.kunu yemeden kalkmış olmanın getirdiği bir şapşallık, hafif bir eblehlik de vardır işin içinde, belki algıyı o çarpıtıyordur, parlatıyor, özel kılıyordur da aslında hiç bir olayı yoktur, bilemedim... bu aralar çok istiyorum öyle bir yaşanmışlığı yaşanmışlıklarıma katmayı (yaşanmışlıkla bozdum sanırım gece gece). tek başına pek amaçsız ve salakça oluyor, hele bu mevsimde... "abi bu duyguyu hissetmek istedim, ama ayaklarımı hissedemiyorum, dondular galiba?" birilerini alakasız yere "hadi salı sabahı 5te buluşalım boğazda.." veya "hadi cuma akşamı sabahlayalım, çılgınn!" demeyi düşünmek bile bir ahmakça geldi şimdi. ansızın gelişmesi gerekiyor gibi geldi, bilemedin önceki akşam? hey gidi günler...

en sevdiğim uzuvlardan biri olan burnumda, ki hakkat pek güzeldir, valla bak, siyah noktalar var, onlardan kurtulmanın bir yolunu arıyorum, tabi metroseksüel ile homoseksüel arasındaki çizgiyi aşmayacak bir şekilde... "ahaha top musun olm? siyah nokta dedi yaaa... ağda da lazım mı? hohoho" tadındaki salak esprilerden kaçının lütfen! ("biliyordum!" da pek zekice değil.)

böyle "sattın beni adi kadın / herif" dedirtecek, ancak karşı taraftakinin aslında haklı gerekçelere sahip olduğu durumlardan nefret ediyorum... her türlü planım suya düşüyor bu sebeple. böyle heyecanla ya da hüzünle paylaşacak bir şeylerim vardır falan. "param yok", "vaktim yok", "zor o saatte", "sevgilimle buluşcam", "kılım sana" vb. mamut efendi evde otursun sonra, en kibar tabiriyle "içinde patlamış" şekilde. sonra mantıken hak versem de duygusal bağlamda kırılmış, içten içe kıl olmuş oluyorum bir kere, bir süre hiç bir sosyal verim alınamıyor benden (o da ne demekse) çok sevdiğim birisi de olsa böyle bir "hiç sevmedi ki beni" hissiyatı kaplıyor içimi... öyle yani.

yasemin mori konserine gidecektim gitmedim, gidecek kimse yoktu, iş çıkışıyla arasına sıkıştırmayı düşündüğüm plan suya düşünce bir demoralize oldum zaten. (bkz: üst paragraf) işin kötüsü iki kişilik davetiyem vardı, boşa gitti.. neyse ki davetiyeyi ayarladığım kaynak "nasıldı konser" demedi, mahcup olmadım fazla. çok yaşıyorum bu durumu, bir yerlere davetiye buluyorum, isim yazdırıyorum sonra gidecek kimse çıkmıyor ben de bir başıma gitmiyorum, napıcam orda ağaç gibi? (sap demedim özellikle) o değil de çok üzülcem bu konsere gitmediğime gibi hissediyorum, neyse bir başka sefere belki kısmetse...

çook uzun zamandır beklediğim bir durum ansızın gelişti (çok derken öyle 5-10 sene de değil tabi) düşlediğim şeklinin aksi yönünde gelişecek gibi duruyor, bilemedim, kafam karıştı biraz baya sanki (yazdıklarıma anlam verebilene 10 puan, ben bile anlamadım okuyunca) düşlemek de ağır bir kelime olmuş, hayal dünyasında yaşadığım sanılacak şimdi..

günün şarkısı: lou reed - perfect day (fizy) trainspotting sayesinde akıllara kazınmış, şahane bir şarkı. (nokta!)
günün filmi: tron (1982) 80lerin başından bir bilimkurgu, izlenmeli, her geek en az üç kez izlemeli!
günün haberi: google earth yakalattı - isviçre polisi, bir süredir takip ettiği bir uyuşturucu çetesine ait hint keneviri tarlasını tesadüfen google earth'de buldu. (yahoyt) biz google earth'ü "bak aşkitom ben işe giderken buuuudan (r bilinçli düşürülmüştür burda) buuurya yürüyo, otbüse biniyom.." cümlesini görsel anlamda desteklemek için kullanırken adamlar neler yapıyor... el konulan 1.2 ton esrar da piyasayı sarsmıştır, fiyatlar tavan, arzlar taban yapmıştır, demedi demeyin..

dediler ki bir yazıyı içimden gelerek mi yoksa sadece yazmak için mi yazdığım çok belli oluyormuş, doğrudur, bazen zorluyorum biraz, affınıza sığınarak...

29 Ocak 2009 Perşembe

entel dantel

dün bişi yazmadım, ayıp ettim (kendime), ama iş çok yoğundu, taa 9da çıktım işten ve çok yorgundum falan filan...

iddaa oynamaya başladım yine, gerçi henüz "günde 1 tane 1 liralık kupon" şeklinde gidiyorum (ve henüz kazanamadım tabii ki), ama artmasından korkuyorum biraz... analitik bir yaklaşımda bulunuyorum, araştırıp kurcalıyorum falan saçma sapan... kumar değil bu (yersen)! bu alışkanlıkla annelerin aradığı ideal damat tiplemesi için son eksiğimi de tamamlamış oldum; içki, sigara, kumar, kadın vs. (kadın ne yaa?)

deep purple geliyormuş konser verecekmiş istanbul'da, turkcell kuruçeşme arena'da hem de, 20 temmuz'da hem de, hem de kendi sitelerinde açıklamışlar, heyecanlansam mı bilemedim.. biraz heyecanlandım sanırım! (linki)

bir diğer yandan !f istanbul var şubatta, dün bir programını geçirdim elime beğendiğim filmleri işaretledim falan, 14 tane gitmek istediğim film var... iddaa'dan tutturmaya başlasam iyi olacak sanırım, para lazım! (böyle bir kısa film vardı ama videosunu bulamadım, yoksa "günün videosu" diye eklerdim) para bulsam da zaman lazım, 11 günde 14 film nasıl olacak? öğrenciyken ne güzeldi, en kötü okul kırılır gidilirdi, şimdi "kültür izni" almak için mi uğraşıcam şirketten..? "sinemaya gideceğim, entelliğim kabardı, izin verin bana!"

google'ın "özelleştirilmiş ana sayfa" zımbırtısı olan iGoogle kullanır oldum son dönemde, iş yerinde çok kullanışlı oluyor gmail gtalk greader (bunu ben kısalttım) falan bir arada... bir köşeye de to-do list koydum, özel işlerimi not ediyorum unutmamak için. bir de aklıma yazacak bir şeyler gelince de atıyorum öyle kenara, şimdi baktım hakkında yazılacak üç maddem varmış, ilerleyen yazılarda kullanırım..

yasemin mori konserine gideceğim akşam, merak ediyorum nasıl sahnede, güzel mi falan.. göreceğiz, izlenimleri paylaşırım elbet...

patrona basılmadan bitireyim yazımı, kısa bir "yurttan haberler" tadında oldu bu seferlik.

günün sitesi: thesixtyone, yine müzikle ilgili bir site oldu ama... çeşitli tarzlarda özellikle amatör / yarı-amatör sanatçıları dinlemek, yüceltmek (bump yerine bunu seçtim) için hoş bir site, yeni şeyler keşfettirebiliyor... yücelttiğiniz şarkı başkaları tarafından da yüceltilirse puan kazanıyorsunuz (yüceltmek için de puan harcıyorsunuz tabi), oyun gibi biraz da. ilk sizin keşfedip yücelttiğiniz bir şarkı ana sayfaya falan gelince müthiş bir haz hissediyorsunuz, "ben bunun çocukluğunu bilirim be" şeklinde. müzik yapıyorsanız sanatçı olarak şarkılarınızı da paylaşabilirsiniz (ister sadece dinlemelik, ister indirmelik)
günün şarkısı: eels - fresh feeling (fizy) kötü havada keyifli bir şarkı