31 Mart 2009 Salı

sonny



searching for sonny tamamı dijital bir fotoğraf makinası ile (canon 5d mark II) çekilen, senaristliğini ve yönetmenliğini andrew disney'in yaptığı, eğer hedeflendiği gibi gösterime girebilirse türünün ilk örneği bir film. bir handycam vesilesiyle çekilen ve benzerlerinin izlediği the blair witch project gibi bir çığır açabilir, olay yaratabilir mi, göreceğiz... film çekme maliyetleri azalıyor böylece, yakında herkes kendi filmini çeker olacak gibi bir his var içimde.

30 Mart 2009 Pazartesi

nirvana'dan yazıyorum


Pink Floyd - Comfortably Numb



müthiş bir şey... çok eski de olsa, paylaşmadan duramadım!

25 Mart 2009 Çarşamba

may the force be with you!


star wars sever bir kişilik olduğum herkesçe bilinir (bilmiyorsanız öğrenin!), bugün bir yerlerde okudum ki tie fighter görünümlü webcam yapmışlar, hemen baktım ama çok kalitesiz görünüyor, bir de yüz dolarlık fiyat biraz (!) fahiş gibime geldi, çin işi japon işi bu şeye o kadar para vereceğime gider düzgün bir ışın kılıcı alırım bre! onların fiyatı da bu düzeyde az çok takip edebildiğim kadarıyla...

uygun ortam ve insanları bulabilsem de sinema haftasonları yapabilsem... tabi ilk olarak star wars günleri gelir, en son force ile bin türlü cinlik denenir gerçekten olacağı düşünülerek! kısmetse sonbahar kış gibi artık.

ikea araba yapıyormuş, artık yassı kutuda gelir de evde ingiliz anahtarıyla mı birleştiririz orasını bilemiyorum da... çok eğlenceli bir haber olarak geldi. tabi kesin bir nisan şakasıdır, zaten ikea böyle bir şeyi neden fransızca bir site üzerinden açıklasın ki... hakkında yazılan çizilenler de hep bu yönde zaten.

son teknoloji haberimiz de 1080p çözünürlükte video çekebilen (bildiğiniz full hd efem bu) canon marka, t1i model dslr olsun. yuh ulan!

sahip olduğum diğer bloglara çılgınlar gibi spam yağıyor şu aralar, her seferinde e-posta geliyor, her seferinde bir heyecanlanıyorum "amaney biri bişey yazdı aheyahey!" diye, içimde kalıyor sonra. açığ bakıyorum ne viagrası kalmış ne üniversite diploması.. ayıp, mazlum bir çocuğun duygularıyla bu kadar oynanmaz, oynanmamalı! (yorum yazın diye demiyorum, valla)

bi video log olayına girmek istiyorum (vlog kısacası sanırsam), gerekli ekipmanı yazılımı ortamı yaratırsam şayet kısa zaman zarfında. çok eğlenceli geliyor fikri dahi, tabi tüm yatırımı yapıp sonra kameranın karşısında ışık görmüş tavşan gibi kalakalmam da olasılık dahilinde. belgesel çekerim o zaman da artık ne yapalım... açılın, yeni ercik geliyor!

bugün internet gezginliği vasfımı yerine getirirken tesadüfen bulduğum bir şarkıyı paylaşmak istiyorum, kolerera kod adlı repçi kızımızın sen nasıl bir insansın adlı parçası, kesin dinlenmeli, sözlere özen gösterilmeli.

bu arada last.fm kullananlara kötü bir haber, ingiltere, abd ve kanada dışındaki tüm ülkelerden müzik dinleme imkanından faydalanmak için aylık dört dolarlık bir üyelik gerekecekmiş yakın zamandan itibaren. diğer özellikler bedava olarak devam edecekmiş yine, yani "vay bu hafta 186 rolling stones şarkısı dinlemişim, kopmuşum" diyebileceğiz yine de... zaten türkiye'nin internet bağlantısıyla zaman zaman kanser edici olabiliyordu radyosu, çok eksikliğini hissedeceğimi sanmıyorum kısa vadede, sonradan da "parası neyse veririz arkadaşım!"

çok link veriyorum gerçekten de, ellinci yazıya ulaştığımda bütün linklerimi istatistiki olarak değerlendirmeyi düşünüyorum, bedavadan yazı olur işte, fena mı?

günün şarkısı: led zeppelin - kashmir (fizy) malesef daha kaliteli bir kaydını bulamadım fizy aracılığıyla, bulursanız söyleyin değiştireyim, bulamazsanız benden mepeüçünü isteyebilirsiniz severseniz.

23 Mart 2009 Pazartesi

emayti farkı


daha da bir şey diyemiyorum..

21 Mart 2009 Cumartesi

kırmızı ışıkta geçmeyin!

dün bir mesaj aldım emniyet genel müdürlüğünden (egm'nin o anlama geldiğini varsayıyorum), sizi arayarak kendilerini kamu görevlisi olarak tanıtan ve çeşitli bahanelerle kontör göndermenizi isteyen kişilere itibar etmeyiniz şeklinde, takdir ediyorum, "kırmızı ışıkta geçmeyin", "sigara sağlığa zararlıdır" diye de mesaj atsınlar! mı desem ne saçmalıyorsunuz, müstahak öyle sazanlara, yapana helal olsun, hem siz numaramı nereden buldunuz?! mu desem bilemedim...

o kadar çok yasak var ki ülkemizde, hele teknoloji, internet konularında, en alelade, bilgisayar bilgisi msn ve word'den (word zor gerçi) öteye geç(e)meyen insanlar dahi bilgisayar dahisi olmak yolunda emin adımlarla ilerliyor. youtube yasak mı, hosts dosyasıyla oynaşalım hallolur, diziport mu kapanmış, dur dns ayarlarına bir cila atalım... yetişkin içerikli siteler için atılan taklalar konusuna hiç girmeyeyim! yazıktır günahtır! bilemiyorum gerçi, başbakanımız dahi bu yollara başvuruyormuş, belki toplumsal teknolojik bilgi seviyemizi yükseltme hedefi güdülmektedir, vardır devlet büyüklerimizin (!) bir bildiği elbet... (bunları yazdım diye blogger kapanırsa şaşmam artık)

devekuşu kabare'nin yasaklar oyunu geldi aklıma, bir yerden bulsam edinsem de izlesem, hatta komple seti şahane gider gibime geldi...

metin akpınar geldi oradan da aklıma, aklın sınırı yok tabi, geçen haftasonu aile saadeti içerisinde televizyon izlerken bir programa konuk olarak katılmıştı. çok seviyor, acaip takdir ediyorum metin akpınar'ı (metinakpinar.com adresini kendi kişisel sitesi, hayatı, sanatı gibi konulara ayırsaymış keşke, an itibariyle şirketi olan metin akpınar aydolap'ın sayfasına gidiyor, sevmedim). sanat yaşamında el attığı her şeyde başarılı olduğunu düşünüyorum, ne yazık artık ki tüm enerjisini sanata ayıramıyor, kendi deyimiyle darülaceze'de ölmemek için iş hayatına atılmış, dolap molap satmak peşine düşmüş. sanata ve sanatçıya desteğimiz, sanatçının kazancı konularında çok acıklı ve açıklayıcı bir durum.

emektar gruplarımızdan duman yeni bir albüm sunmuş piyasaya bu arada, bir şekilde edindim, biraz dinleme fırsatı buldum. biraz diyorum çünkü duman I ve duman II olarak iki ayrı albüm, toplam yirmi şarkı, öyle kırk tekrar dinleyecek kadar vaktim olamadı malesef... senden daha güzel ve dibine kadar şimdilik favori şarkılarım, zaman ne gösterir bilemiyorum. bazı şarkılar ilk seksen dinlemede dikkatinizi çekmez ama seksenbirincide dikkatinizi çeker ya bazen, o açıdan...

eskiden beri sıkı bir metallica dinleyicisiydim, ancak geçtiğimiz yaz ali sami yen'de gerçekleşen orgazmik konser (ölümcül de olabilirdi, neyse) sonrasında biraz azaltmıştım, daha az metal, daha çok rock şeklinde bir seyir çiziyordum. geçenlerde arşivimi kurcalarken bir gaz aldı beni yine, eski formumu yakaladım. gerçi yeni albümleri hala pek sevmiyorum, son çıkan abi eskisi gibiler yine şeklinde pazarlanan albüm dahil...

türkiye'de çok geniş bir kitle tarafından kullanılmasa da gelişen web dünyasının süper yıldızlarından bir tanesidir twitter, muhtemelen bunun sebebi internet dünyasına asıl yön verenlerin çok çok büyük bir kısmının abd vatandaşı olması, abd'de de twitter bilgilendirmelerinin cep telefonundan kısa mesaj ile ücretsiz olarak yazılabilinmesi / alınabilmesidir diye tahmin yürütüyorum. ha nedir twitter derseniz, micro-blogging adıyla anılan, 140 karakter sınırıyla (kısa mesajlara uysun diye) ne yaptığınızı, beğendiklerinizi vb. paylaşabileceğiniz bir site. üzerine kurulmuş onlarca uygulamayla tabi olay basit "diskoda nuri alçoyu gördüm haha" demekten öteye geçmiş durumda. neyse onlar ayrı konu, asıl bağlanmak istediğim yer (veya kişi) iJustine. ijustine twitter'da en çok takip edilen kişiler arasında, ki bu listede barrack obama, britney spears, coldplay, google vs. varken iddialı bir durumdur kanımca. kendisi bir apple manyağı, vlog olayına kendini fena kaptırmış, aşık olduğum insandır. güzeldir, şekerdir, komiktir, süperdir gözümde... çatıma i love you ijustine yazıp google earth koordinatlarımı (normal koordinatlar da aynı ya neyse) göndermek istiyorum, o derece! youtube'da izlerken reklamlarda "ateşli rus kızları burada" diye bir şey çıkması ise.. yorumsuz.

cornflake girl gibi buralara resim yaymak istiyorum ama nereden başlasam nasıl yapsam bilmiyorum. bu yazıya ijustine resmi mi koycam, metin akpınar mı, twitter mı, duman mı, egm mi... kafam karıştı, bir sonrakine artık!

günün videosu / şarkısı: twitter'dan bahsetmişken "the twitter song" gerekir (oyuncularından biri ijustine tabi o yüzden)

19 Mart 2009 Perşembe

neferge ne ola ki?

bazı arkadaşlarım var, böyle altı ayda bir, yılda bir görüşüyorum, görüştüğümüzde süpper arkadaşız, can ciğer kuzu sarmasıyız, dedikodular uçuşur, her konu konuşulur, ama sonraki altı ay boyunca yine ses seda çıkmaz, görüşmeyi geçtim bir msnde görünülmez, telefonda konuşulmaz, salak facebokta bir poke olayına dahi girilmez... oysa aynı şehirde oturuluyordur, evlerin önünden geçiliyordur. hangisi yapmacık, hangisi gerçek çözemedim, samimiyet mi kopukluk mu. gavur diyarlarda yaşayan insanlarla daha sık görüşüyorum, daha çok biliyorum, anlamıyorum. bir de sonra "ya hiç aramıyorsun, görüşmüyoruz, ikvikbik" dediğimde de trip ustası olarak çıkıyor adım, da neresinden baksam hak veriyorum kendime, haklıyım, haklı bir insanım ben!

her akşam ne yicem diye düşünmekten de sıkıldım ya!

that's all folks...

günün şarkısı: mylo - sweet child o' mine (fizy) guns'n roses şarkısının hoş bir yeniden seslendirmesi, salla çalkala cinsinden. (dünkü şarkıya ne kadar uzak anlatamam)
günün sitesi: neferge tasarım blogu (link) ekonomik tasarımcı bir arkadaşın blogu, ya linkini verecektim ya da içeriğini çalacaktım, ilkini tercih ettim.
günün videosu: neferge'den yine de bir şeyler çarptım, zaten eski yazılarından birinden, kızmaz sanırım. (el sallıyorum kendisine)

tony dede



evrim o kadar güncel bir tartışmayken bunu da paylaşayım dedim. gönderen pek muhterem isveçli arkadaşıma saygılarımla.

18 Mart 2009 Çarşamba

u23d5köfte

her ne kadar spam sınıfında gelmiş bir e-posta aracılığıyla olmuş olsa da, memnun oldum ahşap çerçeve kukla tiyatrosu ile tanıştığıma. kukla tiyatrosuna gitmeyi hep istemişim, için için, farkında olmadan. gerçi halen gidemedim, ama gideceğimdir! hatta bir de atölye çalışmasıyla bir kendi kuklanı kendin yap olayına girmişler, onu kesin yapmak istiyorum, sonradan ne işime yarayacak, o kukla tozdan boğulacak mı, çocuklarım mı oynayacak, birilerine hediye mi ederim bilmiyorum ama, yapacağım!

çok fazla konuşan bir insan değilim, o yüzden konuştuğum o asgari sürede azami verim elde etmek adına, bazen kendi yarattığım, bazen alıntıladığım özlü sözler ile süslerim konuşmalarımı, bilen bilir. sonra orda burda, kişisel iletilerde özel mesajlarda falan karşıma çıkınca, ve benden kapıldığını biliyorsam, bir keyifleniyorum ki sorma, sigara yakıyorum üstüne hatta, o derece...

geçenlerde favori dizilerimden entourage'ın bölümlerini tekrar baştan izlerken (hakkat çok severim, hollywood, sinema, seks, uyuşturucu, skandal, entrika... ne ararsan var işte) bir bölümünde ekibin u2 konserine gitmesi ile acaip bir heveslendim bir u2 konserine gitmeye, çok çılgınlar gibi gece gündüz u2 dinlemesem de çeşitli fırsatlarda izlediğim konser dvdlerinin etkisinde kaldım, olağanüstü bir performans gösterdiklerinden adım gibi eminim neredeyse. tabi ne yapacaksam romantizm doruklarında milletin ortasında... neyse! öyle bir heveslendim, msn iletimi dahi konuyla alakalı bir mesaj ile değiştirdim, bir kaç saat sonra gnctrkcll'den gelen mesaja dibim düştü tabi. "hey gnctrkcll'li, u2'nun konserini 3 boyutlu izlemek istiyorsan ikvikbik.." çok gidesim var u23d şeysine (ismi de komik biraz), birisini kafalayabilirsem şayet, olmadı tek başıma iki bilet alaraktan (bir bilet alana bir bilet bedavaymışmış). öyle yani...

günün şarkısı: helloween - if i could fly (fizy) biraz ağır oldu tabi genel gidişata göre, ama olsun, helloween candır.
günün sitesi: hayhuy - işi bıraktım soru cevapladım tüm gün nerdeyse.. sadeliğiyle, kullanım kolaylığıyla, renkleriyle, hatlarıyla, gayrı ciddi duruşuyla.. ilk bakışta çok sevdim, ilerleyen günlerde bayar mıyım bilemiyorum. etkilendim, takdir ettim! biri beni durdursun..!

17 Mart 2009 Salı

hug a nerd!

öyle dolanırken rastladığım bu şarkı ve klipte kendimi bulduğumdan paylaşmak istedim.

hayırlısı cümlemize!

sabah uyandıktan sonra kurduğum saatin (ki bu genelde cep telefonu oluyor günümüzde) özelliğini kullanarak bir nevi saate "ya beş dakka daha yaaa lütfeeen!!" demeyi çok seviyorum, o aradaki beş-on dakikalık üç-beş ekstra uyku seansından çok keyif alıyor, en çılgın rüyalarımı genelde o aralıkta görüyorum. bugünkü seanslarımdan birinde how i met your mother ekibiyle takılıyordum, kankalarımdı yani... hatta bir noktada evde kaldım eyvah tribindeki robin'e "ben evlenirim senle yau, merak etme.." tadında sadakavari bir öneride bulunuyordum, bir tarafım baya açıkta kalmış anlaşılan. bir diğer seansımda ise yerime çalışmak üzere (bunu aşağıda biraz daha açarım) bir mülakat yapıyordum, işe başvuran kişi de özellikle ekşi sözlükçülerin iyi tanıdığı, benim de kişisel tanışıklığım olan ama samimiyetim olmayan, adını burada verip de bulaşmayı yeğlemediğim, hiperaktif bir vatandaştı. pozisyona pek uygun birisi de değil, ruya işte...
bu arada şöyle bir noktaya takıldım bu alarmı erteleme meselesiyle ilgili olarak: nokia'lar on dakika ertelerken, ericsson'lar neden dokuz dakika erteliyor? finlandiya'lılar daha mı tembel, ya da isveç'liler farklı bir saat sistemi mi kullanıyordu eskiden..? bir de komşu ülkeler yani, biz yunanlarla baklavayı paylaşamazken! (diğer telefonlarla ilgili bir bilgim yok, son dönemde kullandığım iki markadan örnekleme yaptım bu sebeple)

malum ekonomik kriz sebebiyle bilimum çeşit işsizlik sigortası türemiş, çılgın talep varmış. kredi kartı ödeyeni, kredi ödeyeni, hatta maaş vereni bile varmış. yüzbinler düzeyinde talep varmış, son altı-sekiz ay içinde geldiğini düşünürsek bu talebin azımsanmayacak bir miktar, millet korkuyor gerçekten de demek ki... tüm bu kargaşa içerisinde ben de iş değiştiriyorum, biraz korkuyorum, hayırlısı cümlemize! (son dönem favori sözüm)
("güncel konularla ilgili de yaz" diyenlere özel)

geçtiğimiz haftasonunu baba ocağında, ana kucağında geçirdim bu arada. çok değişik bir serüvendi, yanımda hemen hemen hiç bir şey götürmedim, annemin özellikle aldırttığı ancak bir türlü gidemediğimden teslim edemediğim, her aradığında "bak unutma" diye hatırlattığı, götürmesem eve almaması olası olan saatli maarif takvimi dışında. bilgisayar internet gibi kavramlara da uzak, sadece yemek, içmek, yatmak, kalkmak ve televizyon izlemekten ibaret iki gün geçirdim, rahatladım, doydum, dinlendim, şenlendim, şenlendirdim.
televizyon izleme sürecimde güzel bir iki televizyon programı izleme fırsatım da oldu, ki bunların başında kanal 1'de yayınlanan kelime oyunu adlı yarışma geliyor. türkiye'de yarışma adı altında yayınlanan şovumsular genelde cıvık, vıcık vıcık, salakça, gereksiz, aptallaştıran türdeyken bu gerçekten de bilgilendiren, bilgi gerektiren, ev içinde dahi ufak bir yarışma ortamı yaratan güzel bir program olmuş. ihtiyacımız var böyle şeylere, benzer bir tadı, hazzı yakaladığım bir bir kelime bir işlem (evet bu programı severek izleyen birileri de var), bir kim beşyüz milyar ister?, bir de riziko olmuştur. maalesef bu tarz faydalı, kaliteli yarışmalar hakettiği yeri alamıyor, adam gibi ödül veremiyor, ilgi çekemiyor, yüzeysel milletimizin gözünde "amaaan sıkıcı be bu, hatun da yok hem!" yorumlarına sebep olmakta. her programda yüzbinler veren var mısın yok musun? rezaleti, malum bir kişinin rezil ettiği çarkıfelek konsepti varken bir tarafta, bu programlar ancak ufak ödüller (birkaç yüz lira, bilemedin birkaç bin lira) ya da çok uzun sürede büyük ödüller verebilmekte (kelime oyunu beş haftada bir araba veriyor, yüzyirmibeş yarışmacı anlamına geliyor bu, ayaküstü bir hesapla). üzülüyorum gerçekten. bir de klasik olarak bu tarz programların hepsinde "oğlum seni gönderelim buna ya, siler süpürürsün!" gazı veren anne baba, akraba, dost çevre ve saire, bir de evde izlerken tüm cevapları verip "yau ben buna katılsam var yeaa, dağıtırım hulen!" şeklindeki ego ototatminleri eşsizdir.

birkaç konu daha var aklımda, (bu arada "birkaç""bir kaç" mı? emin olamadım) uzun zamandır yazmıyordum tek yazı yazıp köşeme çekilmeyeyim, arkası yarın diyelim...

günün şarkısı: john lennon - working class hero (fizy)
günün video olayı: youtube'dan "ercik" diye aratın, kendinizi kaybedin... hatta durun, bir örnek paylaşayım şuradan.


sevgili fenerbahçeli arkadaşlarıma gitsin bu video

deli diyorlar bana...


bir selçuk erdem çalışması

12 Mart 2009 Perşembe

mother of all funk chords

facebook'a döndüm biliyorsanız şayet (bilmeyebilirsiniz, bıraktığımı dahi bilmeyebilirsiniz, insanlık hali, bilmemek değil öğrenmemek ayıptır demiş atalarımız). gittiğim, vakti zamanında bir sürümüne gittiğim, gideceğimi vaad ettiğim vs. etkinliklerden gelen mesajlar yüzünden tepem atmak üzere yine, az kaldı az... onu engellemenin bir yolunu biliyorsanız, "hiç katılmayacaktın olm! hihi!!" tadında olmayan tabi, paylaşırsanız sevinirim, olmadı şikayetimi facebook'a yazılı olarak ileticem, o da bir opsiyon sanırım.


people you may know adlı köşeyi (türkçesini bilmiyorum, tanıyor olabilecekleriniz?) hiç amacına uygun olarak kullanmadım, yani "aa bu da burdaymış, eklim hemeen!" dediğim olmadı, sadece kızlara bakıyorum işte, standart türk facebook kullanıcısı olarak... tanımadıklarımı ve beğenmediklerimi siliyorum listeden, öyle takılıyorlar orada. çok doğal olmasına karşın bana "öeh ama!" dedirten, o köşede bir eski sevgilimi görmem oldu. "eski sevgilinizi tanıyor olabilirsiniz bak!" tadında, komik de geldi bir yandan şimdi düşününce ama bak...

günün fikri: aşağıdaki resimdeki gibi, tesadüfen rastladığım bir müzik cd'si etiketleme sistemi çok gerçekçi ve kullanışlı görünmese de hoşuma gitti, paylaşayım dedim. (kaynak)





günün müzikal şeysi: Thru You: israil'li müzik adamı kutiman'ın çok hoşuma giden bir projesi, youtube'daki çeşitli videoları toplayıp seslerini üst üste yapıştırıp şarkılar üretmiş, hoş da şarkılar, dinlemenizi tavsiye ederim kesinlikle.

ee öö geri döndüm artık evet, bundan sonra bolca yazı bekleyebilirsiniz benden yine. i'm back!

4 Mart 2009 Çarşamba

araya sıkışanlar

çok yoğunum bu aralar, boş olarak bilgisayar başına oturduğumda anca dizi-film-izleme-aygıtı olarak kullanıyorum kendisini, ondan pek fazla yazamadım son dönemde, belki anlatacak fazla bir şey kalmamıştır, ama o asla bitmez kanımca ya... bomba gibi döneceğim günler olacaktır!

değişime açık olduğuma dair bir iddiam vardı, ama değilim galiba... en basitinden insanlar "yok şekerim artık sms falan sevmiyorum", "msn ne yau, bayık, sıkıcı" gibi şeyler derken, ben hepsini halen inatla kullanıyorum, ama diğer yandan da bir çok şeyden çabuk sıkılıyorum.. hmm.. kampa çekilip detaylı düşünmem gerekiyor bunu...

günün şarkısı: sentenced - killing me killing you (fizy) biraz sert oldu belki ama iyidir, güzeldir, hoştur...
günün oyunu: facebook'taki geo challenge son dönemde kafayı yedirtti bana, işten geç çıkıyorum bunu oynamak için her gün... facebook'a günde ortalama 140 yeni uygulama ekleniyormuş, biliyor muydunuz..?