31 Ekim 2009 Cumartesi

kültür sanat

bazen kötü filmlerin film müzikleri arasında çok güzel şarkılar çıkıyor, o zaman o filmi izleyerek vaktimi o kadar da boşa harcamadığımı düşünerek biraz daha iyi hissettiriyorum kendimi... az önce bitirdiğim Just Friends adlı 2005 yapımı, imdb linki bu olan filmden yola çıkarak böyle bir tez geliştirdim. filmi sadece başrolündeki ryan reynolds'a karşı two guys, a girl and a pizza place'teki berg rolünden duyduğum sempatiden dolayı izledim. aynı sebeple bundan daha keyifli bulduğum van vilder (2002)filmini de izlemiştim.



"You know, they say the greatest conversation you'll ever have is with a stranger?"




günün şarkısı: Fountains Of Wayne - Hackensack (fizy) yukarda bahsi geçen just friends'in film müziklerinden (soundtrack'in karşılığı bu mudur hakkaten? tam anlamı vermiyo bana gibi)

günün filmi: london (2005) bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine uzunca bir süre önce indirdiğim ve dün tesadüfen denk gelerek "e hadi bi izleyek" diyerek izlediğim ve nedense tadına doyamadığım film. içinde jessica biehl ve jason statham'ı barındırmasıyla kişiliğimdeki bilimum sapıklığı tatmin etmenin yanı sıra kurgusu ve hikayecikleriyle beni mutlu etmeyi başarmıştır. aşırı dozdaki uyuşturucu tüketimi de ilgimi çekmiş olabilir...



dipnot:
oha jessica biehl benden küçükmüş!
düne kadar resim koymazken şimdi altına replik falan ekliyor oldum
ne boş bi yazı..

30 Ekim 2009 Cuma

back, i am


çok uzun süre arşivimde bulunan, ama hiç dinlemediğim, o şansı hiç vermediğim, fakat bir gün "bu neydi ya?!" diyip dinlediğimde beynimden vurulmuşa döndüğüm, "oha nasıl atlamışım bunu!!" diye hayran kaldığım şarkılar olur (sizde oluyor mu bilemiyorum, bende oluyor en azından), yine öyle bir olay yaşadım, skin ile maxim'in birlikte seslendirdiği carmen queasy adlı çalışmaya sardım feci şekilde...

bir süredir yazmıyordum, o aralar en çok karşılaştığım soru "gittin mi starbucks'a içtin mi kahveni" şeklinde oldu, daha önce yazdığım şu yazıya canan hanım tarafından yazılmış olan bu yoruma ithafen. teşekkür ediyorum fakat kabul edemiyorum, ama başka bir marka hakkında tekrar yazı yazsam benzer bir faydası olur mu acaba diye düşünüyorum (bir pizza markası falan mesela)

uzunca bir yazı yazamıyorum, sıkılıyorum bir noktadan sonra, saçmalıyorum, toparlayamıyorum falan... okurken de böyleydi, sınavlarda alt sınır neyse o kadar yazardım, milletin düz sorulara yazdığı cevabın uzunluğu benim kompozisyonlarımdan uzun olurdu falan... o yüzden böyle paragraf paragraf yazıyorum, ama bu durumda da tek paragraf için yazı yayınlamak istemiyorum, birikmesini beklerken önceden yazdığım güncelliğini yitiriyor kısır bir döngünün içinde buluveriyorum kendimi. twitter gibi teknolojiler var "micro-blogging" felsefesiyle yola çıkmış, onu mu kullansam diyorum ama o da çok micro, yüzkırk karakter sınırlı, tek cümlelik şeyler, bana daha arada bir şey lazım, beşyüz karakter sınırlı milli veya centi blogging gibi.. neyse

böyle bütün arkadaşlarına tanıdıklarına eşine dostuna bir e-posta ileten (ya da sıfırdan gönderen, farketmez), bunu yaparken hepsini bcc (gizli karbon kopya? bilemedim türkçesini) olarak işaretleyenlere pek sıcak bakmıyorum, inceden inceden kıl oluyorum, "atma bana meyl muyl arkadaşım!" demek, "e-mail var kötü meyl var" gibi geyikler yaparak hayata küstürmek istiyorum bazen... sevmiyorum! ha tabi orada cc altında tanımadığım üçyüz kişinin olmasını, sonra onların reply-to-all diyerek aralarında geyik yapmalarını ve buna maruz kalmayı da istemiyorum. var bir dengesizliğim... ya da sadece bana atılsın, özel hissedeyim istiyorum, o da olabilir tabi, bilemedim.

ingilizce kullanıyorum windows'u internet'i, türkçelerine çok hakim değilim terimlerin..

çok devrik cümle kuruyorum, kendimi kaybediyorum bazen kendi yazdığım cümlelerde..

bi görsel ekleyeyim dedim, evime de almayı planladığım şu güzide posteri paylaşmak istedim, çok sevdim...

günün şarkısı: maxim feat. skin - carmen queasy (fizy) açıklaması yukarlarda bi yerde