25 Ocak 2009 Pazar

sinem kobal ve ben

bu metropolde yalnız yaşayan bekar erkek tribinden acaip sıkılıyorum bazen. (bazen?) keyifli yanları var tabi, eve gelirsin bir bira açar playstation başına oturursun, karışanın olmaz dırdır edenin olmaz, kafana göre takılırsın orda burda, gecenin bi yarısı atlarsın şehirdışına çıkarsın falan (bir sonraki hedef ansızın uluslararası sürtmek), hesap soran olmaz... anneme hesap veriyorum gerçi hala bu yaşımda, ama tüm detayları vermeyebiliyorum tabi. mamafih (hastayım bu kelimeye), motivasyonu kalmıyor insanın, tüm hafta iple çektiğin haftasonu bir bilemedin iki kez (bünye kaldırmıyor artık ikinciyi pek) dışarı çıkıp saçmasapan sarhoş olup eve dönersin, öğlene doğru ev arkadaşlarının gürültüsüne uyanırsın (ev arkadaşlarımı arkadaştan saymıyorum, o yüzden yalnız yaşıyor sayıyorum kendimi), 3-5 dizi / film izlersin ekstradan, belki pazar akşamüstü bir dışarı çıkar bir kahve içersin "tüm haftasonu evde oturdum" dememek için, ama pek bir keyifsiz. bir müzeye gideyim ufkum genişlesin, tiyatroya gideyim entelliğim kabarsın, sinemaya gideyim içimdeki sinefil haz duysun, ya da sadece dolaşayım, bir kafede vakit geçireyim falan istesem de tek başna çekilmiyor bunlar, eküri de bulunmuyor öyle kolay kolay nedense artık.. millet ya ülke / şehir dışında, ya sevgilisiyle eşiyle (evet evlenmeye başladılar namıssızlar!), ya da alkolsüz çekilmiyor faan... belki mevsimdendir gerçi, o da bir olasılık tabi, bahar gelince karşılaştırmalı bir sonuca varabilirim belki..

patetik bir insanım bazen şu yazdıklarıma bakınca. ingilizcedeki pathetic kelimesinin karşılığı olarak kullandım patetik'i burda, gerçekte türkçede var mı bilmiyorum, bi "arkadaşım" olduğunu iddia etmişti, ona güveniyorum. tdk aradığım cevabı vermedi, şurdan bakın çok istiyorsanız. (güvenmiyormuşum aslında)

ingilizce yazayım bir ara diyorum, gerçi na-türk arkadaşım yok, en azından yakın sayılabilecek, ama olsun, şekil durur, don't you feel the same way? sonraki hedeflerim sırasıyla almanca, italyanca ve rusça yazmak!

tamamiyle alakasız olarak: sinem kobal neden hala liseli rollerinde oynuyor? 24-25 yaşına geldi, farketmediğimizi mi sanıyorlar anlamadım... öss'ye girdiği zamanlar "bizim üniversiteye gelsin burs verelim beyler!" kampanyası yaratılmıştı hatırlıyorum da. ne adamlarla okudum yahu... (ben de para verirdim gerçi, ne biçim adammışım yahu...)

srubs'da çalan şarkıların (ilk 5 sezon) toplandığı bir torrent buldum, indirdim, çok keyifli, tavsiye ederim! god bless mininova!

bugün pazar diye yazı yazmayacaktım, baya bir şeyler çıktı yine de, öyle olsun bakalım...

günün filmi: high fidelity (2000) sırf şarkıları bile yetebilecek bir film, ben çok keyif almıştım, bir süre "bir record store açmalıyım" hayali ile ortalıkta gezmeye sebebiyet verdiği bilinmektedir...
günün şarkısı: the beta band - dry the rain high fidelity soundtrackinde yer alan birbirinden güzel şarkıdan yalnızca biri
günün tv programı: "
var mısın yok musun?" şaka şaka... gerçi adriana lima varmış bugün galiba..?

2 yorum:

  1. uzagiz ama ayni seyleri hissediyoruz... bi tek ben daha tembelim sanirim... butun haftasonu evde oturabiliyorum :)

    YanıtlaSil
  2. hocam,scrubs linkini rica edecem seed olayi iyiyse ;)

    YanıtlaSil