11 Kasım 2009 Çarşamba

singing in the rain

dün pek güzeldi hava buralarda, pastırma yazı denen cinsten, haliyle ona göre giyindiydim ben de.. bi arkadaşta kaldım sonra akşam (pes 2010 pek güzel olmuş), gece bir ara yağmur yağmaya başlamış, sabah montsuz şemsiyesiz olarak çılgın yağmur altında işe gitmek zorunda kaldım, tabiri caizse donuma kadar ıslandım... bu yetmezmiş gibi işe geldikten 1 saat sonra sigara içmek için dışarı çıktığımda yağmur kesilmişti, bana mı garez?


günün sitesi: faces in places. şu yandaki fotoya da erişimimi sağlayan, ara ara tebessüm ettiren değişik bir blog türü, bu aralar çok görür oldum belli türde içeriği (fotoğraf olsun yazı olsun) toparlayan blogları, hoş..
günün şarkısı: yağmur yağdığından mütevellit the beta band - dry the rain, travis - why does it always rain on me ve billy myers - kiss the rain (hepsini önceden verdim galiba, kendimi tekrarlıyorum)
günün ürünü: condometric. her eve lazım
günün hizmeti: eş marketi. eve giderken marketten iki ekmek bir eş kapmak..

more to come...

31 Ekim 2009 Cumartesi

kültür sanat

bazen kötü filmlerin film müzikleri arasında çok güzel şarkılar çıkıyor, o zaman o filmi izleyerek vaktimi o kadar da boşa harcamadığımı düşünerek biraz daha iyi hissettiriyorum kendimi... az önce bitirdiğim Just Friends adlı 2005 yapımı, imdb linki bu olan filmden yola çıkarak böyle bir tez geliştirdim. filmi sadece başrolündeki ryan reynolds'a karşı two guys, a girl and a pizza place'teki berg rolünden duyduğum sempatiden dolayı izledim. aynı sebeple bundan daha keyifli bulduğum van vilder (2002)filmini de izlemiştim.



"You know, they say the greatest conversation you'll ever have is with a stranger?"




günün şarkısı: Fountains Of Wayne - Hackensack (fizy) yukarda bahsi geçen just friends'in film müziklerinden (soundtrack'in karşılığı bu mudur hakkaten? tam anlamı vermiyo bana gibi)

günün filmi: london (2005) bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine uzunca bir süre önce indirdiğim ve dün tesadüfen denk gelerek "e hadi bi izleyek" diyerek izlediğim ve nedense tadına doyamadığım film. içinde jessica biehl ve jason statham'ı barındırmasıyla kişiliğimdeki bilimum sapıklığı tatmin etmenin yanı sıra kurgusu ve hikayecikleriyle beni mutlu etmeyi başarmıştır. aşırı dozdaki uyuşturucu tüketimi de ilgimi çekmiş olabilir...



dipnot:
oha jessica biehl benden küçükmüş!
düne kadar resim koymazken şimdi altına replik falan ekliyor oldum
ne boş bi yazı..

30 Ekim 2009 Cuma

back, i am


çok uzun süre arşivimde bulunan, ama hiç dinlemediğim, o şansı hiç vermediğim, fakat bir gün "bu neydi ya?!" diyip dinlediğimde beynimden vurulmuşa döndüğüm, "oha nasıl atlamışım bunu!!" diye hayran kaldığım şarkılar olur (sizde oluyor mu bilemiyorum, bende oluyor en azından), yine öyle bir olay yaşadım, skin ile maxim'in birlikte seslendirdiği carmen queasy adlı çalışmaya sardım feci şekilde...

bir süredir yazmıyordum, o aralar en çok karşılaştığım soru "gittin mi starbucks'a içtin mi kahveni" şeklinde oldu, daha önce yazdığım şu yazıya canan hanım tarafından yazılmış olan bu yoruma ithafen. teşekkür ediyorum fakat kabul edemiyorum, ama başka bir marka hakkında tekrar yazı yazsam benzer bir faydası olur mu acaba diye düşünüyorum (bir pizza markası falan mesela)

uzunca bir yazı yazamıyorum, sıkılıyorum bir noktadan sonra, saçmalıyorum, toparlayamıyorum falan... okurken de böyleydi, sınavlarda alt sınır neyse o kadar yazardım, milletin düz sorulara yazdığı cevabın uzunluğu benim kompozisyonlarımdan uzun olurdu falan... o yüzden böyle paragraf paragraf yazıyorum, ama bu durumda da tek paragraf için yazı yayınlamak istemiyorum, birikmesini beklerken önceden yazdığım güncelliğini yitiriyor kısır bir döngünün içinde buluveriyorum kendimi. twitter gibi teknolojiler var "micro-blogging" felsefesiyle yola çıkmış, onu mu kullansam diyorum ama o da çok micro, yüzkırk karakter sınırlı, tek cümlelik şeyler, bana daha arada bir şey lazım, beşyüz karakter sınırlı milli veya centi blogging gibi.. neyse

böyle bütün arkadaşlarına tanıdıklarına eşine dostuna bir e-posta ileten (ya da sıfırdan gönderen, farketmez), bunu yaparken hepsini bcc (gizli karbon kopya? bilemedim türkçesini) olarak işaretleyenlere pek sıcak bakmıyorum, inceden inceden kıl oluyorum, "atma bana meyl muyl arkadaşım!" demek, "e-mail var kötü meyl var" gibi geyikler yaparak hayata küstürmek istiyorum bazen... sevmiyorum! ha tabi orada cc altında tanımadığım üçyüz kişinin olmasını, sonra onların reply-to-all diyerek aralarında geyik yapmalarını ve buna maruz kalmayı da istemiyorum. var bir dengesizliğim... ya da sadece bana atılsın, özel hissedeyim istiyorum, o da olabilir tabi, bilemedim.

ingilizce kullanıyorum windows'u internet'i, türkçelerine çok hakim değilim terimlerin..

çok devrik cümle kuruyorum, kendimi kaybediyorum bazen kendi yazdığım cümlelerde..

bi görsel ekleyeyim dedim, evime de almayı planladığım şu güzide posteri paylaşmak istedim, çok sevdim...

günün şarkısı: maxim feat. skin - carmen queasy (fizy) açıklaması yukarlarda bi yerde

12 Temmuz 2009 Pazar

öbdüm!

en azından bir dönem sıklıkla aynı arkadaş ortamında bulunmuş, ama o ortam dışında ayrıca hiç görüşmemiş olan insanların uzun zamandır görüşmedikten sonra bir yerde denk geldiklerinde birbirlerine "tamam canım/abi/birader en kısa zamanda görüşelim! yarın müsait misin hatta bak?" demelerini garipsesem de sıklıkla uyguladığımı farkettim. az önce öyle bir arkadaşıma yaptım, gerçekten buluşursak neden bahsedebiliriz bilmiyorum açıkçası...

20 Haziran 2009 Cumartesi

ritüel mitüel

(kaldığımız yerden)

cumartesi günleri tam bir ritüel günü benim için, özellikle de ilk yarısı... bir kere sabah dokuzbuçuk-on gibi kalkarım, önceki akşam genellikle çılgın atıldığından günüme alka seltzer ile başlarım (konuyla ilgili kirpikin yazdığı şu yazıya yönlendirmek istiyorum), önceki akşam eve geldiğimde başladığım ve yarım bıraktığım bir dizi bölümü vardır kesin, o bölümü bitiririm. sonra bir evden çıkarım, takarım mepeüççalarımı, en sertinden metalinden bir parça açarım (şu aralar finli metal tanrıları stratovarius aşkım yüceldi yine) başlarım yürümeye. murat muhallebicisinden iki ev poğaçası, onun yanına starbucks'tan günün kahvesi, en büyüğünden, yarım litre falan... işte kahvaltı!! ritüel bu kadar, yeterli kanımca...

farkettim ki türk kası olarak da bilinen, benim yumuşak kas demeyi tercih ettiğim, açık sözlü olmak gerekirse "göt göbek" miktarım kontrolsüz olarak artmış son dönemde, sakalımı kesince ortaya çıkan gıdım ve olmamaya başlayan gömleklerim en önemli ipuçlarım oldu... velhasıl, yediğime içtiğime dikkat etmeye karar verdim. salata falan yiyorum, yanımdaki kız kişi kaşarlı dürüm döner yerken ben kepek ekmeğine beyaz peynirli tost falan söylüyorum, kız üçte birim kadar olduğundan garsonların garip bakışlarına maruz kalıyorum. çay ve kahveyi şekersiz içiyorum, içmeye çalışıyorum, arkadaşım şekersiz çay nasıl bişey ya?! ben alışmışım üç şekerli içmeye, içindeki çay pek belirgin olmuyormuş.. diyorlar ki "bir alıştın mı bırakamazsın" peki ben alışmak istemiyorsam? sakarin falan da istemiyorum, ben kimyasal'a karşıyım! bakalım nereye kadar gidecek bu böyle...

tanıştığı her kadında bir kadını aramak ne boktan, kötü bir olaymış! bulamayınca bir hayal kırıklığı falan...

cumartesi sabahı dokuzda inşaat işleri yapan alt komşumuzu da huzurlarınızda kınamak istiyorum, kınıyorum!

günün şarkısı: stratovarius - infinity (fizy) bu sabahın şarkısı işte... bkz: yukarlarda

14 Mayıs 2009 Perşembe

ne varsa

bazı müzik türlerinde yeni eserler asla gerçekçi gelmiyor bana nedense... çok havada kaldı bu cümle, efem şöyle ki, ikibinli yıllarda yazılmış bir türk sanat müziği eseri ne kadar olabilir, bir caz eseri ne kadar eser olabilir... bilemiyorum, belki bana öyle geliyordur, ama bazı müzik türlerinde ne varsa eskilerde var arkadaşım!

29 Nisan 2009 Çarşamba

oh it's what you do to me...

günün şarkısı: plain white t's - hey there delilah (fizy) bir arkadaşımın facebook iletisinde gördüm ilk, dinledim, uzun zamandır yeni bir şeyler bulamıyorum müzikal olarak dişe dokunur derken ilaç gibi geldi... oh it's what you do to me...

evet sırf bunun için yazdım bu yazıyı da!

23 Nisan 2009 Perşembe

bayram

insanlar yanlış anlaşılmaktan değil, istemeyeceği sonuçlar doğuracak şekilde anlaşılmaktan kaçınır gibime geliyor sanki... geçen tuvalette geldi aklıma (bu da türk olduğumun kanıtı değil midir?)

özel günlerle doğum günleri çakışanları kelime oyunlarıyla bezenmiş şekilde kutlamaya çalışırım hep, 29 ekim cumhuriyet ve zeynep bayramı gibi. facebook'ta bir özel güne denk gelen aynı gün doğmuşsa, ikisine de üstteki uyarlamayı yapmak göze batar mı? dikkat çeker mi? evet'se sonuçları nasıl olur? 19 mayıs gençlik ve veli bayramın kutlu olsun, 19 mayıs deniz ve spor bayramı kutlu olsun??

günün videosu / klibi / şarkısı:


eskiden internetten bulur indirir arşivlerdik klip falan, şimdi bir aramaya bakıyor sadece... bu da vardı arşivimde, basit günlerdi.

işte öyle bir şey

normalde insanın hayalini falan kurmadığı, hatta aklına mümkün değil gelmeyecek olan şeyler, özellikle yaşandığı anda "hep hayalini kurduğum şeymiş buu!!" hissiyatı yaratır ya, çok severim o hissiyatı.

bugün sabah kendimi starbucks'ta kahvesini içerken newsweek okuyan adam konumunda buldum, "hep hayalini kurduğum şeymiş buu!!" diye bağırmak istedim, niye bilmiyorum... komik!

işte o "hep hayalini kurduğum şeymiş buu!!" dedirtici starbucks'ta kahvesini içerken newsweek okuyan adam pozisyonundayken bir haberle karşılaştım tarihte newsweek köşesinde: Entellektüelerin uyuşturucusu: LSD (sanki bir yazım hatası var burda, 'l' eksik gibi, neyse). derginin 1966'taki bi sayısının kapak konusuymuş. (bindokuzyüzaltmışaltı yazamayacağıma kanaat getirdim) haberin içinde geçen şu cümlemsiyi alıntılamak isterim;
"... (oysa uzmanlar, marihuana'nın "en sık görülen yan etkisinin hamilelik olduğunu" belirtiyordu)..."
şu cümlecik için anlattım tüm bunları...

21 Nisan 2009 Salı

oedipus

bazen günümü anlatabileceğim birisi olsun istiyorum hayatımda... anca annem oluyor o tabi şu aralar.